3 Haziran 2013 Pazartesi

Gabriel García Márquez - Yüzyıllık Yalnızlık

Bu yıl okuduğum en iyi kitaplardan birisi, belki de en iyisi Yüzyıllık Yalnızlık. İçimdeki gazı boşaltmak için hemen söyleyeyim: mükemmel! Gerçek anlamda mükemmel bir kitap. Kurgusu, zamanlar arasında gidip gelişi ama aslında dümdüz anlatışı, karakterleri, birbirine benzeyen isimler, yedi sülale boyunca Buendia'lar, ilişkiler... O kadar güzel bir kitap ki kitap ilerledikçe ilk sayfaya dönüp ilk iki cümleyi okuyup zevke geliyor insan.

Abartmayı severim yeri gelince. Fakat şu anda abartmadığımı belirtmek isterim.

Yüzyıllık Yalnızlık'ı okuma serüvenimi, daha doğrusu ne kadar zamandır ha okudum ha okuyacağım diye beklettiğimi biraz anlatmak istiyorum. Öncelikle kitabı ne zaman veya kimden almştım, gerçekten hatırlamıyorum. Ama üç yıldır yanımda gezdiriyorum.

İlk olarak üçüncü sınıfın başında Ankara'da bir hafta kampa gidecekken almıştım yanıma okurum diye ama sayfalarca paragrafları görünce daha zamanı var diyerek hiç başlamadan Çanakkale'ye götürmüştüm. Orda iki evde durdu öylece Yüzyıllık Yalnızlık ve İstanbul'a taşınınca yine peşimden geldi. Ne okusam bu sefer diye her yeni kitaba başadığımda kaş göz işareti yapıyordu bana resmen. Ama zamanı var diye erteliyordum hep.

Geçen aylardan birinde Kolera Günlerinde Aşk'ı okudum mesela Marquez'den. Güzeli sona ayırma diye bir gerçek var. Hiç hoş değil aslında. Bir de nerden biliyorum yani hangisinin güzel olduğunu, değil mi? İkisini de okumamışım. Ön yargı çok ilginç bir şey. Neyse...

Geçen hafta bir kamuoyu yoklaması yaptım hangisine başlayayım diye sorarak ve dört kitap ismi verdim. Yüz kişiye sordum ve tek popüler cevap aldım, daha doğrusu tek cevap aldım: Yüzyıllık Yalnızlık. Dedim demek ki artık zamanıdır, yapacak bir şey yok.

Kitabın ilk beş on sayfasını okuyunca acayip zevk alacağımı anladım kitaptan. Okurken tat alıyor insan resmen kitaptan. Akıyor gidiyor kelimeler, okumaktan çok izlemek gibi. Çok güçlü bir kalemden çıktığı belli. Ama burda Marquez'in yanında çeviriyi yapan Seçkin Selvi'ye de şapka çıkarıyorum. Kesinlikle daha güzel çevrilemezmiş bence bu kitap. O ne güzel bir çeviridir? Sanki kitabı kendisi ilk olarak Türkçe yazmış, mükemmel!

Şimdi az biraz da kitabın içeriğinden bahsedeyim. Jose Arcadio Buendia ve yedi sülalesinin (gerçek anlamda yedi sülalesinin) hayatını okuyoruz. Jose Arcadio'lar, Amaranta'lar, Ursula'lar, Antonio'lar havada uçuşuyor. Azımsanmayacak sayıda kitabın başındaki soy ağacına bakma gereği duydum okurken. Ama tuhaf bir şekilde baktığınız anda 'ha tamam, bu oydu' diyerek her şeyiyle aklınıza geliyor karakterler. Çünkü hepsinin kendine özgü karakteristik özellikleri ve anıları var.

Kitabın anlatımı da süper. Güzel güzel okurken çok ileri veya çok geri zamanlara anlık sıçramalar olabiliyor. Mesela adamın biri ölüyor, karısından feryat figan beklerken ya da ne bileyim intikam falan beklerken şöyle bir cümle okuyabiliyorsunuz: "kendini eve kapadı ve ömrünün sonuna kadar da dışarı çıkmadı". Ve gerçekten de o karakteri neredeyse unutuyorsunuz bir süre sonra. Ama ilk okuduğunuzda afallatıyor, nasıl ya dedirtiyor.

Adından da anlaşılacağı üzere kitaptaki herkesin ortak özelliği yalnızlık. En suskunundan en eğlenenine kadar herkes aslında yalnız kitapta. İç içe geçmiş bir sürü ilişki, ana karakterler kadar güçlü yan karakterler derken cümbüşün eksik olmadığı Buendia evinde çok temel bir yalnızlık hüküm sürüyor aslında. Odanın birine kapanan, belli zaman aralıklarında kapanan iki üç kişi hatta ve sonunda bir nevi her şeyin o odada çözülüşü çok ince kurgulanmış.

Aklımda daha bir sürü şey var yazmak istediğim ama sıraya koyamıyorum. Yer yer kahkaha atabiliyor ya da sadece gülümseyebiliyorsunuz mesela. Abartılı zaman aralıkları o kadar basitmiş gibi gösteriliyor ki bazen, insan ister istemez hadi canım demekten kendini alamıyor. Yahu bir insan yağmur bitince geleceğim dedi diye dört yıl, üç ay, on bir gün yağmurun durmasını bekler mi bir yerde? :) Verilen sözün tutulmasıyla ilgili ilginç bir yaklaşım tabii, adam haklı sonuçta.

Aldım başımı gittim, toparlayayım artık. Okuyun bu kitabı, harbi diyorum okuyun. Şimdi bir bana çıksa sorsa ki Kolera Günlerinde Aşk'ı mı okuyayım, Yüzyıllık Yalnızlık'ı mı diye, Yüzyıllık Yalnızlık'ı iki kere oku derim. O kadar sevdim kitabı, anlayın artık. Üzmeyin beni, okuyun.

En son olarak iddia edemeyeceğim ama İhsan Oktay Anar bu kitaptan etkilenmiş olabilir diye düşünmek istiyorum. Onun da çok sağlam kurgu ve karakterleri var, o da beklenmedik şekilde gülümsetiyor insanı. Fena sallıyor da olabilirim şu an, hiç araştırmadım çünkü. Ama öyle olduğunu düşünmek istiyorum. Düşünüyorum, o halde öyledir. Evet.

Hoşça kalın.

10 yorum:

  1. Ben okudum bu kitabı. Bana göre değildi demek ki ben pek sevememiştim. Benim sorunum sanıyorum yazarla. Ben yazarın dil ve anlatımını sevemiyorum. Milan Kundera, Hermann Hesse, Stefan Zweig, Isabel Allende, Amin Maalouf gibi yalın anlatımlı yazarların dili bana göre. Dünya Klasiklerinden yazarların anlatımları zaten çok yalın diye düşünüyorum.
    Okumuş olduğum üç kitabını da çok sevmedim. Şu an evde okumamış olduğum iki kitabı daha var. Onları nasıl okuyacağım onu kara kara düşünüyorum =) Sende okuma dedin değil mi? Duydum, duydum =) Alınmış olan kitap, eve giren her kitap muhakkak okunmalı diye bir baskı oluyor üzerimde.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eeeeöööaaaa, ehem, şimdi okumayın dedim ama şarta bağldım onu Yüzyıllık Yalnızlık'ı iki kere okuyun diye. :)))

      Zevkler ve renkler en nihayetinde tabii ki. Ama size göre olmasa da insanlara okumalarını söyleyin. Bence sevecek bir sürü tanıdığınız vardır. Sevmezlerse de siz haklı çıkmış olursunuz. :)

      Sil
    2. Ben zaten 'bana göre değildi' diye yorumumun başında yazdım. Ben yazarı sanıyorum anlayamıyorum =)Olabilir yani.
      Burada haklılık diye bir şey söz konusu olamaz. Kitap zevkleri de herkese göre değişebilir. Ama şöyle de bir şey var. Herkesin bir ses gibi sevdiği, seveceği şeyi birimiz, birilerimiz sevmeyebiliriz. Öyle değil mi?
      İhsan Oktay Anar, Marquez'den etkilenmiş mi onu tam tahlil edemeyeceğim (çünkü yazarın sadece bir kitabını okudum ve onu da çok sevmiştim) ama bir çok yabancı yazarların Marquez'den etkilendikleri gözlenmektedir.
      Bu demek oluyor ki sorunlu olan benim =))

      Sil
    3. Off, konuştukça batıyorum sanırım. Bunlar birtakım yanlış anlaşılmalar. :) Sorunlu olan yok, lütfen. Herkese hitap edemeyen Marquez var, sorunlu olan o. :)))

      Sil
  2. benim okumaya başlayana kadar zorluk çektiğim tek kitaptı. O basit cümlelerle insanı nasıl etkisi altına alıyor nasıl.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, bu kitap için gözümdeki standart okur profili bu artık: Başlayana kadar zor ama bir başlayınca gerisi geliyor.

      Sil
  3. Okumak istediğim ancak her seferinde yarım bırakmak zorunda kaldığım tek kitap. İlk 10 sayfasını okuyorum ondan sonrası gelmiyor. Kafamda olayları oturtmaya çalışıyorum ama çok fazla karakter var. Cümleler çok uzun. Can yayınevi çeviri konusunda çok kaliteli gerçekten. Bu yazını okuduktan sonra kitabı tekrar incelemem gerektiğini düşündüm. Belki yarım bıraktığım işi tamamlarım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlk iki bölümü bitirecek şekilde bir başlangıçla gerisi çok rahat gelir bence. Yapabilirsin, evet! :)

      Sil
  4. bu
    kitabı okumuş olsaydım, öyle bir yorum yapardım kiiiii diye düşündüm bu
    yazıyı okurken. beyin damarlarımı açar bu benim kesin. ama zaten
    okuyacaklarım listesinde başı çekmektedir efendim kendileri

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir an önce okumanız taraftarıyım, bir an önce.

      Sil