9 Mart 2014 Pazar

Kısa Kısa, #7

Şu blog da olmasa çatlayacağım zamanlar oluyor. Misal, şimdiki zaman. Zaten ben hep şimdiki zamanda çatlarım, hiç geçmişe ait çatlamışlığım yoktur. Geçmişe dair hep 'lan şimdiki aklım olacak var ya'larım vardır. Hepimizin vardır. Geleceğe dairse 'inşallah', 'belki' ve 'keşke'lerden çok 'acaba'larım vardır. Tam olarak ne demek istediğimi ben de anlamadım. Neyse...

Bu yıl güzel filmler izledim ama filmler hakkında tek tek yazı yazmak beni aşan bir iş, zor iş. Kitaplar hakkında yazabiliyorum; çünkü onları bitirmem, daha doğrusu onlarla birlikteliğimiz daha uzun sürüyor. Filmlerse bir buçuk, üç buçuk saat arası zamanlarda gelip giden arkadaşlar. Günde üç film izlediğim bile olabilirken üç günde bir kitap bitirmeyi oldukça iyi saydığımı söylersem aradaki fark daha iyi anlaşılabilir. Anlaşılamıyorsa Edip Cansever'den gelsin: "Ne çıkar siz bizi anlamasanız da". Nalet olsun, gene abarttım.

İzlediğim filmlerden bahsedecektim, nerelere gelmişim. Hep bu güzel havalar işte...

İlk olarak The Artist'ten bahsetmek istiyorum. Çok güzel film. Oscar'ı da aldı zaten. Sessiz değil de sözsüz sinema örneği. Başrol oyuncularının ikisi de çok iyi: Jean Dujardin ve Berenice Bejo. Bir fikir üretip, bunu hem yazan hem de yöneten insan olmak sinemada herhalde en uç noktalardan birisi olsa gerek. Üstüne üstlük bunu bu kadar iyi yapmak ve Oscar almak da cabası... Aslında Oscar'ı ödül olarak değil tören olarak seven birisi olsam bile Oscar alması önemliymiş gibi geliyor bana bu filmin. Arada kaynatmadan yönetmenimiz Michel Hazanavicius'a saygılarımızı sunalım. Zaten soyadı 'hazan' ile başlayan birisinin böyle hüzünlü ama güzel bir film çekmesi çok da yadırganacak bir durum değil bence.

İkinci filmimiz Once. Müzikal değil de müzikli bir film. Çok sade ve acayip derecede hoş bir film. Dublin'de geçiyor film. Bu ne demek? Kulağa çok değişik gelen bir İngilizce aksanı konuşuluyor demek. Her neyse. Başrollerdeki Glen Hansard ve Marketa Irglova'nın günlük hayatta da çok yakın arkadaşlar oluşu çekimlerin bu kadar güzel olmasını beraberinde getirmiş olsa gerek. Çünkü bu filmi izlerken bir film izlemekte olduğumu düşünmedim ben pek. Hatta şu anda Dublin'de olsam ve malum sokaktan geçsem Glen'i gitarıyla beraber görebilirim. Neden olmasın? Film hakkında daha derli toplu bir yazı için buraya bakabilirsiniz. Bakabilirsiniz dediysem, bakın yani; boşuna vermiyoruz o linkleri. Ayrıca filmi bana öneren Simgecan'a da buradan sevgilerimi sunarım.

Üçüncü filmimiz Searching for Sugar Man. 2012 yılının en iyi belgesel Oscar'ını alan bu buu buuuu çok on numara filmde (aklıma sıfat gelmedi bir an) gerçekten çok enteresan bir hayat hikayesine tanık oluyoruz. Çok enteresan; çünkü olayın kahramanı filmi bitirdiğimiz zamanki haliyle şu anda yaşamaya devam ediyor. Rodriguez! Evet, Rodriguez adındaki bir şarkıcının hayatı. Ama ne hayat! Adeta yalan edilmiş bir hayat. Belki de bilinmemiş ya da sindirilmiş bir hayat.

Amerika'da hiç tanınmayan ama Afrika'da efsane olan birisi Rodriguez ve filmin yapımcıları kendisine gelene kadar kendisinin bile bundan haberi yok. Afrika'da milyonlar satan bu adamınsa eline geçmiş tek kuruş yok! Olaylar olaylar yani anlayacağınız. Arkada artık neler olup bitmiş bilmiyoruz. Ama ölü bilinen Rodriguez'in yaşadığı öğrenilince ve sonrasında Afrika'da konser(ler) vermesi gibi inanılmaz bir olay yaşanınca insan bir tuhaf oluyor. Filmin hakkında yine benden daha güzel yazmış olan meczup'un yazısını okumanızı öneririm. Zaten bu filmi izlememi de o söylemişti. Gene güzel film önermiş. Takdir ettim, etmiştim yani zamanında. :)

Bir anlık sıkıntı ile başladığım bu yazıma Searching for Sugar Man'i izleyenlerin tahmin edebileceği o cümleyle son veriyorum: "Thank you for keeping me alive!".

Esen kalın.

2 yorum:

  1. simgecan'a saygılar ama o filmi ben de tavsiye etmişidim bikere! aallalaaa

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ama ben ilk tavsiye edeni yazdıysam demek ki sadece şimdi şey yani, evet. Bundan sonra isim vermeyip öneren muhteşem kişiye falan diyeyim ben en iyisi. Hem herkes üstüne alınabilir. :))

      Tabii ben yine buradaki insancıkların huzurunda sayın Adsız'dan özrümü dileyeyim. Özür dilerim efendim. Ayıp yani benim bu yaptığım hakikaten. :/

      Sil