19 Aralık 2024 Perşembe

36

"these open doors..."

Sadî-i Şîrâzî'nin Nobahari (İlkbahar) isimli bir şiiri var. Muhsin Namcu da şarkı halinde okumuş ve çok güzel okumuş. Hatta ünlü yönetmen Abbas Kiyarüstemi hasta yatağında bir devlet sanatçısından yanılmıyorsam bunu seslendirmesini istemiş kendisine. Bir damla yaş süzülüyor gözlerinden dinlerken. Youtube'da kaydı olması lazım. Şiirin son kısmının ortalama çevirisi şu şekilde: "bir hayat daha lazım / ölümümüzden sonra / çünkü bu ömrü biz / ümit etmekle geçirdik".

Bu şiirle ya da şarkıyla yolum ilk kez ne zaman kesişti hatırlamıyorum. Fakat tuhaf bir şekilde günlük konuşma dilimde "inşallah" ya da "umarım"lar yerini "ümit ediyorum ki"lere ve "ümit ederim"lere bıraktı. İçselleştirmişim belki farkında bile olmadan. Bu şekilde az da olsa hikayesiyle bilince insan tuhaf bir şekilde "bütün" hissedebiliyor. Sanki bir anlama gelmiş, geliyormuş ya da en azından gelebilecekmiş gibi. Sanki böyle elimi uzatsam tutabilecek, kayıp zamanın izini sürebilecek, bugüne ışık tutabilecek, geleceğe ümitvar bakabilecekmişim gibi. Tabii, bunların hiçbiri olmayabilir de. Bu arada kalmışlık beni yoruyor. Hep de yordu. Sanki her gün aklımın odalarından birinin daha kilidi çözülüyor ve ben bunca gürültüyle ne yapacağımı bilemiyorum.

***

Yılın bu dönemi geldiğinde genelde birkaç gün önceden, hatta bazı yıllar birkaç hafta önceden kenara alıntılar, düşünceler, fikirler not ederdim. Bir heyecan duyardım içimde. Yılda bir kez de olsa kendim için bir yazı yazmak, kişisel tarihime bir şerh düşmek, buna özenmek iyi hissettirirdi. Düşünmemi ve bir değerlendirme yapmamı sağlardı. Bu düşünceleri kafamda bir sıraya koyma gayreti beni dinginleştirirdi. Yazmak oldum olası iyi hissettirdi gerçi, yazabilmekse sanki her geçen gün daha zor olmaya başlamış gibi.

Bugün fark ediyorum ki bu yıl için son günlerde ne bir alıntı not almışım kenara ne de bir taslak hazırlamışım. Ha, yazmak zorunda mıyım? Bu bence artık yanlış bir soru.

Belki akışına bırakabilmenin bir yoludur bu da. Kötü hissettirmiyor çünkü. Şimdi, tam olarak şu an aklıma gelen düşünceleri yazıya döküyorum. Tabii, yine her zamanki gibi gramer ve imladan dolayı onlarca kez kontrol edeceğim. Lakin, önemli olan şu ki parmaklarım tuşlara basarken beynim bir şeylerin önünü ve ardını düşünmüyor, düşünme gereği duymuyor. Sanki bunca zaman hep falanca okuyormuş gibi yazıyordum da bu kez gelecekten bir ben gelmiş, zaten olacak her şeyi biliyormuş da beni yine de dinliyormuş gibi hissettiriyor. Ve bu kısa ziyaretinde o "ben"e kızmıyorum bile. Neden içimden ilk olarak kızmak kavramı geçti, onu bile bilmiyorum ama normal şartlarda onu hiç sorgulamayıp geldiği için bile kızardım. Ondan olsa gerek. "Bilmemek bilmekten iyidir, düşünmeden yaşayalım Mara."

***

Ne çok "his" kökenli cümle kurdum. Bir yazının en sevdiğim yanlarından birisi olsa gerek bu. Bugünümün gerçeğine dair gelecekteki Mustafa'ya ne çok şey söyleyecek kim bilir bu cümleler. Belki ilerde kendimin farklı versiyonlarıyla arkadaş bile olabilirim.

***

35 numaralı çekmeceyi kilitleyip rafa kaldırma vakti geldi. Kabul etmem gerekiyor ki bu çekmece diğerlerinin arasında hep ayrı bir yere sahip olacak. Bir daha hiç açılamayacak olması tam bir insanlık ayıbı. Oysa ben belli "an"lara dönüp bir göz atmak isterdim. İşlek bir caddede gözlerimden yaşlar süzülür halde yürürken görebilirdim kendimi ya da kendi ellerimle birçok kısmının altını çizdiğim ve üzerinde notlar aldığım bir kitabı çöpe atarken de. Binlerce kilometre yol yaparken görebilirdim kendimi ya da saatlerce bilgisayar ekranına bakıp hiçbir şey yapmazken de. Kahkaha atarken görebilirdim kendimi ya da bir kedinin başını okşarken de. Elimde kitap Rokethane'de güneşi batırırken görebilirdim kendimi ya da sabahın köründe pilates yaparken de. Aliş'le kitapları raflara dizerken görebilirdim kendimi ya da köyde oturmuş annemle ve babamla konuşurken de. Londra'da Sefiller müzikalinde görebilirdim kendimi ya da Tiflis'te bir gece yarısı Serdar'ın doğum gününü kutlarken de.

Kişisel arşivim için nereden baksak bir sürü "an". Hepsi unutulacak. Şunun şurasında ortalama iki yüzyıl sonra hiçbirimiz hatırlanmayacağız bile. Bu fikir bana ilginç bir şekilde huzur veriyor. Üzerimden devasa bir yük kalkıyor sanki. Ne kendimi ne de hayatı o kadar ciddiye almamamı sağlıyor. Hafifliyorum. Bunları depresif ya da karamsar bir yerden söylemiyorum. Bilakis, yola devam edebilmeme olanak sağlıyor bu düşünceler. Daha çok çalışıyorum ve çaba harcıyorum hatta. Tam bu noktada da o meşhur bıyıklı muhteremin sözleri geliyor aklıma: "Çalışkanlık, bir kaçıştır; kişinin kendi kendini unutma isteğidir". Böylece devridaimim de tamamlanmış oluyor. Çık işin içinden çıkabilirsen.

***

Bu yıl kaçmayı değil de yaşamayı denesem nasıl olur acaba? Çılgın fikirlere bayılırım, hadi bakalım.

Kendi karanlığımızın esaretinden bertaraf bir yeni yıl diliyorum herkese, kendime de tabii ki. İyi ki doğdum.

Cheers. 👊


9 yorum:

  1. İyi ki doğdunuz, 2025 sizin yılınız olsun, hell yeah! 🤟

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim efem, hepimiz için "hell yeeaah!!!" bir yıl olsun. 😎

      Sil
  2. Sizin yükseleniniz ne kuzum?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Vaaavvvv, blogda bugüne kadar aldığım en kişisel yorum olabilir bu. Akrepti sanırım ya. Burçlar yalan dolan efem. Zaten 12 burç var, milyar tane insanız. Herkes aynı.

      Sil
    2. Hayır kova olması lazım, araştırmanızı öneririm✍🏻 O da olmadı ikizler. Bilim deyince de sizin anonim yorumlar eheh

      Sil
    3. Anneme bi sorayım madem, ben emin olamadım khkhkhj.
      Bizim yorumlarımız hep açık efem, anonim olanlar utansın. Ha, utanırlar mı? Sanmam. Yaaa yaaa...

      Sil
  3. Ağzımızın payını aldık efenim teşekkürler. Bu blog yazıları sadece doğum günlerinde mi gelecek acaba? Biz kıymetli okuyucular sadece senede bir mi muştulanacağız? Yeni bir moda var buçuk yaş kutlama modası, 19 Haziran'da yeni bir post atmak zorundasınız anlaşıldı mı? Onaylıyorsanız 1'i, onaylamıyorsanız 0'ı, kararsızsanız 2'yi, iyi fikirmiş lan için 3'ü, ilham gelirse bakarız için 4'ü, kendi fikrinizi belirtmek için 5'i tuşlayınız. Bunlar da hep beni buluyor demek için hatta kalın, müşteri hizmetlerine bağlanacaksınız. Neyse milletin takipçisi link ister, sizinki de post istiyor. El mahkum yazacaksınız. Yoksa adli işlemler başlatılacaktır✍🏻

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ağzınızın payı gibi düşünmeyelim, istirham ederim.

      Bundan yıllaaar yıllar önceydi. Gerçekten de bir 19 Haziran günü Facebook'a yazmıştım öyle bir durum güncellemesi: "aaa, şu anda tam x.5 yaşındayım, ne ilginç gibisinden. Akraba eşrafından birisi de özetle "saçma sapan konuşma" anlamına gelen şakalı komikli ama ne üstüne vazife for god's sake cinsinden bir yorumda bulunmuştu. Allah kendisinden razı olsun, sayesinde Facebook'u kapatmıştım. Onu hatırlattınız bana. Belki de sizin sayenizde de burayı kapatırım. Hahaha, latife ediyorum, NASLA!

      Madem ölmez de kalırsak iki hafta sonra 36.5 yaşımda olacağım, post değil de sizin güzel hatrınız için buraya yazayım. Siz bilmezsiniz, yaşınız da tutmuyordur kesin; bir zamanlar bu blogdaki bazı yorumlar postlardan kaliteli olurdu. Şimdi içeriklerini hayal meyal hatırlıyorum ama dönemin birinde varolmuşluklarının bilgisi bana ":)" ve ":))" hissettiriyor. Kim bilir, belki zamanın birinde bu yazdıklarım da bana kendimi "🤦‍♂️" ve "😒" hissettirecektir; ama sanmıyorum. Tarihin tekerrürden ibaret olduğu doğruysa bunlar da bana kendimi ":)" ve ":))" hissettirebilir. Ulu manitu bilir ama belki de "🙏" bile hissettirebilir. Kesin olan tek şeyse şu ki günün birinde hepimize "💀" hahaha, neyse, onun konumuzla alakası yok.

      ***

      Bu yorum bir yarı-doğum günü yazısı olsaydı hangi konuları gündeme getirirdim acaba?

      Mesela derdim ki:
      Tam anlamıyla bir telaş çağında yaşıyoruz ve bunca telaşın, keşmekeşin, acelenin, herşeyhemenolsunşimdiolsunbirdenolsunun arasında olabildiğince yavaş kalabilmek bana kendimi iyi hissettiriyor. Bu acelesizliği seviyorum.
      Çünkü bu telaş çağı ve bu çağın getirisi olan "yeterince bilmez, duymaz ve görmezsem hayatı kaçırırım" düşüncesinin bir kaygı bozukluğu olduğunu yaşayarak öğrendim. Bu kabullenişi seviyorum.
      Arabayla giderken mahalle arasında annesiyle bisiklet sürme alıştırması yapan pembe kasketli arkadaşımıza "yarışalım mı" deyince aldığım ":)) yarışalım" yanıtında olduğu gibi hayatın tamamen kendi doğallığında bir akıştan ibaret olduğuna ikna oldum. Bunun getirisi olan hafifliği seviyorum.
      Hiç tanımadığım ve çok büyük ihtimalle hayatım boyunca bir daha hiç görmeyeceğim birine en ufağından dahi olsa bir iltifatta bulunmanın bana hiçbir zahmeti olmadığnı ve bunu istediğim kadar yapabileceğimi fark ettim. Bu basitliği seviyorum.

      Ve ardından eklerdim: pembe kasketli arkadaşı tabii ki geçtim. 😎 Hahaha, eğlendim.

      ***

      Kapanışı ilk kez okuduğumdan bu yana belki de en az 10 kişiye söylediğim, böylece benim de unutmayacağımı ümit ettiğim bir Jung alıntısıyla yapmak istiyorum: "Siz bilinçaltınızı bilince dönüştürene kadar, o sizin hayatınızı yönlendirecek ve siz ona kader diyeceksiniz."
      Bu aydınlanmayı seviyorum.

      Cheers. 👊

      Sil
  4. Bir zamanlar yorumlar postlardan kaliteli olurdu deyince benim yorumumu öveceğinizi zannettim, yeaa sus ehehe😊 moduna geçecektim. Öyle bir şey gelmeyince bir tur daha okudum. Bu sefer de bir zamanlar yorumlar postlardan kaliteli olurdu, şimdi geldiği hale bak demeniz daha muhtemel geldi. Neyse ki kibarlığı elden bırakmamışsınız, sağ olun. Çok güzeldi yorumunuz, alıntı da çok güzel. Ben de bir alıntıyla bitireceğim, Peyami Safa'dan.

    "Bu mektubu yazarken tarih haziranın üçüdür, gün çarşambadır, saat sabahın sekiz buçuğudur. Hava güzeldir, kalp rahattır, hayat yenidir ve ben her şeyi anlamış bulunuyorum. "

    YanıtlaSil