"Önce ne olduysa, yine olacak.
Önce ne yapıldıysa, yine yapılacak.
Güneşin altında yeni bir şey yok."
(Vaiz - Eski Ahit)
Sevgili Mustafa,
Nasılsın? Görüşmeyeli epey zaman oldu. Kafanı kaldırıp da aynaya baksan bile görüşebilirdik halbuki. Olsun. Gel, senle iki lafın belini kıralım. Sen isteyince iyi konuşursun, bakalım ben de becerebilecek miyim.
Bir süredir varla yok arasında geziniyor gibisin. Amaçsız mı kaldın, yoksa inançsız mı? Yer yer attığın kahkahalar da olmasa seni tanıyamayacağım. Hayır, seni suçlamıyorum. Kimin ne işine yaramış suçlama ki ben seni suçlayayım? Sadece anlamaya çalışıyorum. Dur dur, tamam, haklısın, biraz ofansif bir başlangıç oldu. Neyse ki ikimiz de sakin insanlarız.
***
Geride kalan bir yıla baktığımda geride kalması gereken bu bir yılın aslında hiçbir şeyden geri kalmadığını görüyorum. Büyümesini tamamlamak için kabuğunu defalarca kırıp atması gereken bir ıstakozmuşum da içimde büyüyen tek şey bir uçan balonmuş gibi hissediyorum. İçimde sabit bir boşluk bile yok, o bile geziniyor. Ruhum benden büyük, onu taşıyamıyorum. Geçmişi değil irdelemek, hatırlamak bile istemiyorum. Çünkü "acımasızca geçip giden zamandan geriye kalan sadece yalnızlıklarımız". Tüm güzel anılarıma ihanet mi etmiş oldum böyle diyerek? Keşke bunu sorgulamadan geçebilmiş olsaydım ve "keşke yalnız bunun için sevseydim seni".
Ne zaman kendimi kötü hissetsem ve özellikle de yalnızsam edebiyata adeta bir cankurtaran gibi sarılmışımdır. Yazının icadından bu yana bize kalan ne varsa merak ederim. 3-5 bin yıl önceki insanlar da mutluydu, mutsuzdu; iyiydi, kötüydü; keyif alıyorlardı, acı çekiyorlardı. Hiç değişmeyen bir duygudurum düzeni. Sonsuza kadar sabitlenmiş ve sürprize kesinlikle kapalı bir kehanet gibi. Varoluş sancısına hepsi kafa yordu ama terim olarak adı koyulana kadar sanki kimse çekmemiş gibi sayıldı. Bir gün her 'şey' için ilk kez birileri çıkıp bunun adı budur, ahan da buraya yazıyorum dedi ve o günden beridir bir şeyler daha ciddiye alınmaya başlandı. İşte, bu ciddiye alınma hali beni mahvediyor. Edebiyata aşığım ama tüm o yazılanlar yazılmamış ve bugüne gelmemiş olsaydı sanki biz bugün yaşayanlar daha bir haklı olacaktık, bilmeyecektik bizden önce yaşanılanları. Sanki daha önemli olacaktık. Şimdi? Şimdi çıkıp da "dünyada hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz" bile diyemiyorum; çünkü benden önce Stefan Zweig demiş. Demiş olması mesele değil de yazmış olması biraz sorun. Zaten kaç tane harf var, biz nasıl özgün bir söylemde bulunacağız? Bizim acılarımız daha mı süssüz olsun? Bizim huzursuzluğumuzun meyvesi olmasın mı for god's sake?
Hiç düşündüğüm gibi bir yazı olmuyor. Böylesi de güzelmiş.
Belki Asaf Halet Çelebi "düşünmeden yaşayalım" derken biraz da bunu kast ediyordu. Bilemiyorum. İniş çıkışlarımın fırtınalı oluşunu Edip Cansever benden güzel açıklamıştı Mendilimde Kan Sesleri'nde. "insan yaşadığı yere benzer" diye yazmış, "o yerin suyuna, o yerine toprağına" demiş, "dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine" diye devam etmişti. Gerçekten de kendimi doğup büyüdüğüm yerine dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine benzetiyorum desem yalan olmaz.
***
Yer yer kafamın içinde şahane konuşmalar yapıyorum. Gerçekleşmesine dair bir beklentimin olmadığı (yalan) sahneler üretip birtakım monologlar ve diyaloglar eşliğinde günümü gün ediyorum. Mart ayında taşındığım bu evde, Şile'de, duvarların belli noktalarında gözlerimin nakşettiği hiç yaşanmamış mükemmel anılarım var. Özellikle rahatın battığı anlarda beynimin içinde açan gökkuşaklarını görebilmeyi ben bile isterdim. Böyle deyince sanki deliriyormuşum gibi oldu ama bu aslında hep böyleydi. Hatta diyebilirim ki günlük rutinimin dışına çıkmadığım günlerin geceleri hep böyledir. Ne de olsa "Yaşamın anlamı gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz. Yaşam gecenin konusudur." Bu belki biraz kemikleşmiş bir yaşam formu gibi görünüyor ve belki de bu 'belki'ler fazlalık.
Bilerek veya bilmeyerek, bilinçli veya rastgele kendime bir Bastiani Kalesi inşa etmiş olabilir miyim? Eğer bu sorunun yanıtı evetse beni bu kaleden kim, nasıl çıkaracak? Birine ya da bir şeye ihtiyaç duymadan ben kendim çıkamaz mıyım? Ya da daha güzeli, inşa ettiğim gibi köküne dinamiti döşeyip ben kendim bu yekpare (yekpareyi cümle içinde kullananlara selamlar) yapıyı yerle bir edemez miyim? Ederim elbet. Edeceğim de.
Ama öncesinde kalede mahsur kalmış rolü yapan kendime bir seslenmek isterim.
Ve sen, Mustafa, şimdi durmuş düşünürken ve sol elin bir yumruk halinde çenendeyken ve bir yandan alt dudağının sağ kenarını kemirirken tüm bu cümleyi tek elle mi yazdın? Khkhkhhjj. Hayır, zevzekleşmeyeceğim. Bunu bir çekim hatası olarak değerlendirip tekrar deneyeceğim.
Aaaand action!
Ve sen, Mustafa, şimdi durmuş düşünürken ve sol elin bir yumruk halinde çenendeyken ve bir yandan alt dudağının, oha hepsini tekrar yazıyorum; keşke kopyalayıp yapıştırsaydım. KESTİİİK!
Aaaaand action!
(Allah'ım, ne olur neşemi benden alma. Amin.)
Ve sen, Mustafa, şimdi durmuş düşünürken
ve sol elin bir yumruk halinde çenendeyken
ve bir yandan alt dudağının sağ kenarını kemirirken
ve belki de artık buraya yazmaktan gocunmayacak kadar gözlerin dolmuşken
ve sağ işaret parmağın klavyenin üzerinde hafifçe titrerken
ve beynin keşke 've'siz yazsan diye sana muhalefet ederken
ve inadından bunu asla silmeyeceğini bilirken
bana şu sorunun yanıtını verebilir misin: aklınla kalbin hâlâ bir mi?
Ve ben, Mustafa, şimdi durmuş düşünürken
ve gözlerim duvarlara yeni bir hayal daha nakşetmişken
ve göğüs kafesim derin nefeslerle kalkıp inerken
ve bir yanım nasıl etsem de kaçamak bir yanıt versem diye kıvranırken
ve zaman zaman gelen o aydınlanma anlarının getirdiği hafiflemeye güvenirken
kendime bu sorunun yanıtını verebiliyorum: evet.
Tutunabileceğim tek şey bu olsa bile benim için yeterli: aklım ve kalbim hâlâ bir. Çok şükür.
***
35 yaşında olmak da neresinden baksanız tuhaf. Çoğunlukla kendime bile kızmıyorum artık. Sadece biraz fazla refleks olmaya başladı her şey. Konfor alanından çıkmayı gerektirecek, öğrenme eğrisi olacak yeni şeyler deneyimlemek lazım. Ve fakat, kendimi biraz yorgun hissediyorum. Yine de o kaleyi yıkacağım, çölde açıkta kalacak olsam bile.
***
Edebiyat dedik, onunla bitirelim.
Şems'in "okuyarak öğreneceksin ama severek anlayacaksın",
Dostoyevski'nin "her şeyi bu kadar fazlasıyla anlamak hastalıktır"
dediği bu dünyada ben sanırım Yunus'a kulak vereceğim:
"sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz."
Hadi bakalım.
"Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum."
İyi ki doğdum.
***
19 Aralık 2023
Şile