22 Haziran 2015 Pazartesi

Dino Buzzati - Tatar Çölü

"Muhakkak farklı bir şeyler olagelmeli, öyle bir şey ki insan: Artık sonuna gelmiş olsam bile beklemeye değmiş diyebilmeli."

Tatar Çölü, okuduğum ilk Dino Buzzati kitabı. Tatar Çölü, muazzam bir kitap. Kitap gibi kitap!

Askeriyeden subay çıkan ve ilk görev yeri olan Bastiani Kalesi'ne atanan Giovanni Drogo'nun izini sürüyoruz. O kadar 'hiçbir şey' olmuyor ki ve Drogo bütün ömrü boyunca o kadar çok 'bekliyor' ve 'umut ediyor' ki kitap bittiğinde yediğiniz tokatlarla kalıyorsunuz.

Kitabın arka kapak yazısında şöyle bir kısım var: 'Tatar Çölü, hayatın anlamını ve insanın kaderine teslim olmasını sorgular.' Aslında kitabi yeterince güzel özetliyor bu tanım. Zira Drogo'nun sıkıcı mı sıkıcı hayatını okurken birçok düşünce geçiyor kafanızdan. Sorguluyorsunuz! Evet, bu kitap size hayatı, alışkanlıklarınızı, beklentilerinizi, değerlerinizi, her şeyinizi sorgulatıyor.

Her gün yaptığımız (en sıkıcı ya da sıradan işler dahil) onca şeyin aslında nasıl alışkanlıklarımıza dönüştüğünü, bir noktadan sonra umut etmek ve hatta heyecan duymak için bile insanın kılını kıpırdatamadığını, bir veya birden fazla hayalin pençesinde bir hayatı boşuna heba etmiş olabileceğimizi dank diye vuruyor kafamıza Buzzati.

Altını çizdiğim yer demeyelim de parsel parsel işaretlediğim epey sayfa var kitapta. Bazı yerleri okuduktan sonra kitabı kapatıp düşündüğüm oldu bir süre ki gerçekten uzun zamandır bana bunu yaptırabilen bir kitap olmamıştı. Yalnızlık, tercihler, acı, beklemek, özlemek, işte ne bileyim, daha neler neler...

Alışkanlıklar demişken, yani süregiden yaşamınızda bazı şeyler o kadar bir parçanız oluyor ki onları değiştirmeye kalkmak üşenmekten ziyade güveninizi sarsacak gibi oluyor. Başka bir deyişle o alışkanlıklarınız bir güven duvarı oluşturmuş sizde, onlar öyledir yani, onlar hep öyle olurlar. Aklınıza gelebilecek en sıradan işler olabilir bunlar; mesela ben çayım hep sağımda olsun isterim. Solumda olsa ha devirdim ha devireceğim diye tedirgin olurum. 'Alışmamışım' çünkü. Ulan o kadar anlattıma ama ne biçim örnek verdim. İnsanın beyninde kas doku var mı acaba? Varsa benimkiler hepten erimiş. Yazık oldu.

Ha iyi bir şey oldu ha olacak diye okuyup kitap bitince hayatın bize çektiği hareketle kaldığımız bu güzelim kitabı herkesler bir an önce okumalı bence. Bu kitabın üzerimde bu kadar etkili olmasının bir sebebi de hastanedeyken okumuş olmam olabilir. Sürekli bir iç sıkıntısı var çünkü kitapta, sürekli bir düzen ama boğucu mu boğucu bir düzen var; hem hastanede hem de Drogo'nun hayatında. Tabii belli bir sürenin ardından fark etmişti Drogo tüm buınları, fark ettiğinde de midesine bir çiftlik dolusu hayvan oturmuştu. O anki hislerini yazmaya üşendim, o yüzden buralarda bir yerde sayfanın fotoğrafını paylaşmış olmam lazım.

Bu arada kitabın 1976 yapımı bir de filmi varmış. Ben izlemedim. Şu sıra o kadar 'hiçbir şey'e katlanamam, hele hele bir filmde nnnasla! Kadrodan bir tek Max von Sydow'u tanıyorum sanırım. Başrol değil ama olsun, onun olduğu her film izlenir.

Yazının sonunu getireyim artık. Birçok alıntı ile bitebilirdi bu yazı ama öyle bir tanesi var ki okuduğum ortamdan mıdır, çok kişiselleştirdiğimden midir nedir beni çok etkiledi. İşte o alıntı ve tabii kalın sağlıcakla:

"Yavaş yavaş güveni azalıyordu. İnsanın, tek başına olduğu ve hiç kimseyle konuşamadığı zaman bir şeye inanması çok zordur. İşte tam da o dönemde, Drogo, insanların her zaman birbirlerinden uzakta olduklarını fark etti, birisi acı çektiğinde, acısı sadece kendisine ait oluyor, hiç kimse o acıyı birazcık olsun dindiremiyordu; bir insan acı çektiğinde diğerlerinin, duydukları sevgi ne denli büyük olursa olsun, bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı işte bu durumun oluşturduğunu fark etti."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder