26 Haziran 2015 Cuma

İhsan Oktay Anar - Suskunlar

"Kusur benim imzamdır. Bir ismim olduğu sürece bir kusurum da olacak ve olmalı."

Amat'ı okuduğumda en kısa zamanda geri kalan kitaplarını da okumalıyım demiştim İhsan Oktay Anar için. İki sene geçmiş aradan. Adam o arada Galiz Kahraman'ı çıkarmış, ben daha Suskunlar'ı ancak okudum. Ama okudum. O da iyi.

Sanırım Puslu Kıtalar Atlası'ndan da iyi bir kitap Suskunlar. Gerçi bilen bilir, İhsan Oktay Anar'ın bir kitabını tam anlamıyla anlamak için en az kendisi kadar felsefe, psikoloji ve tarihi mitleri bilmek lazım. Yani yine devasa bir kitap yazmış. 300 sayfa bile değil ama dört beş ansiklopediye yetecek kadar referans var içinde. Yine kim bilir neleri kaçırdım diye kendimi yemiyor değilim. İnsanı biraz yoruyor bu tip kitaplar ama öte yandan böylesi daha zevkli. Çünkü okurken bol bol 'ooohaaa' dedirtiyor insana.

Kitab-ül Hiyel'de mühendislik, Amat'ta denizcilik ile ilgili ne kadar araştırma yapmışsa bu kez de müzik konusunda almış başını gitmiş sevgili yazar. Suskunlar, musiki atmosferinde, neyzenler ve dervişler etrafında yazılmış bir kitap. Ama adı Suskunlar. İşte bu bile benim için muhteşem bir 'şey'. Ne olduğunu bilmiyorum. Acayip hoşuma gidiyor böyle durumlar.

Dünya'nın ve evrenin yaratılmasına, Hz. İsa'ya ve havarilerine, yedi ölümcül günaha, sufizme ve daha birçok konuya dair gerçekten çok güzel referanslar var. Ancak bunlardan daha çok hoşuma gidense bağnazlığa, körü körüne inanca dair Zahir karakterine ettirdiği sözler. Yani o kafanızın içinde adına beyin derler bir organ var, onu az kullanın babında saydırmış yazar biraz. Takdir edersiniz ki okurken çok hoşuna gidiyor insanın böyle satırlar.

Kitap üç bölümden oluşuyor: Yegâh, Dügâh ve Segâh. E, müzik etrafında dönen bir eserden de bu beklenirdi. Kitabın belli yerlerinde makamlara dair o kadar güzel atıflar ve örnekler vardı ki hayatım boyunca içimden geçirdiğim 'lan şu makamları öğrenmek lazım' isteğime kızgın demirle bastı adeta. İşte onları biliyor olsam bu kitaptan alacağım zevk birkaç katına çıkardı kafadan. Gelin görün ki müzik konusunda en ufak bir iddiası olabilecek birisi değilim.

Geriye iki tane İhsan Oktay Anar kitabı kaldı: Yedinci Gün ve Galiz Kahraman. Onları okumak için de iki sene beklemem diye umuyorum ama kader kısmet. Belli olmaz bu işler. Her an elinin altında okunmamış bir İhsan Oktay Anar kitabı bulunması önemli. Onun için hemen tüketmemek lazım.

İstanbul'u, daha doğrusu Konstantiniyye'yi ve özellikle Galata yöresini adım adım dolaştığımız, efsunlu (yani şu güzelim kelimeyi İhsan Oktay Anar'dan başka kimin eserleri hakkında yazarken kullanabiliyorum ki) bir kitabın daha ardından kalanlara selam ediyor, bu yazıyı da burada (birkaç alıntı ile) noktalıyorum. Kalın sağlıcakla sevgili ahali. 
  • Şu ayaltı âleminde, ölmüş, yaşayan ve henüz doğmamış ne kadar insan varsa, göklerde o kadar yıldız ve belki bir o kadar da kader vardı.
  • Hayat denilen şu kısacık yolculukta, ama canlı ama cansız, ama güzel ama çirkin, ama dost ama düşman, kendilerine refâkat eden her şeyi sevip koruyan bu ehl-i insâf dervişler, fırlatıldığında bir insanın kafasını dağıtacak bir taşı bile incitmek istemezlerdi. Çünkü biiznillâh dile gelse, sonsuz bir masalı anlatacak o taş, Allah'ın sırdaşı, dolayısıyla kendilerinin can dostu idi.
  • Senin buraya gelmenin sebebi sadece bizim 'Gel' dememiz değil, ayrıca onlarn sana 'Git' demeleri. Hiç kimseye 'kötüdür' deme. Aslında onlar, bilmeden iyilik eden insanlardır.
  • Kin şeytanın kahkahasıdır.
  • Ne var ki, her şeyi bilmek için, belki hiçbir şey bilmemek gerektiğinden, âdemoğullarından bazıları, bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı.
  • Çirkin bir şeyi güzel yapmak mümkündür ama, mükemmel bir şeyi güzel kılmak çok daha zahmetli bir iştir.
  • Belki de, ancak anlatılacak hiçbir şey kalmayınca şarkı söylenebilirdi.
  • Sessizlik bir perdedir. Sessizliği işitebilirsin. 'Es' bile bu perdeye kıyasla, 'ses'tir.
  • Belki de susmak, gerçeği anlatmanın tek yoluydu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder