16 Ekim 2011 Pazar

İşte Öyle Bir Şey

Vakit yine gecenin bir yarısı olmuş ama nereden estiyse yazı yazmak geldi içimden. Bir şeyler karalamak istedim. El yazım çirkindir benim, hiç de düzeltemedim sonradan. Onun için buraya yazıyorum.

Ara sıra çok deli düşüncelere dalıyorum. O kadar ki bazen ilk düşündüğüm şeyle son düşündüğüm şey arasında alaka dahi kuramıyorum. Tıpkı YouTube'da gezinmek gibi; orada da bir video izleyip tavsiyelere tıklaya tıklaya gidince iş çığırından çıkıyor. 

Şimdi düşündüm de verdiğim örnek = YouTube!!! Halbuki ben köyde büyüdüm (Gerçi belde ama dilim alışmış köy demeye.). Özdil Belediyesi; dünümü dün, bugünümü bugün, beni ben yapan yer. Kışın az bir kar yağınca ya da ne kışı, birazcık şiddetli bir rüzgar bile esse elektriklerin kesildiği memleketim. Az mı lüks ışığında ders çalıştık, sobanın üzerinde fındık kavurup yedik, yine sobanın üzerindeki gügümden gelen kaynayan su sesinin ninni etkisiyle uyuduk? Güzel zamanlarmış, hem de çok güzel. Gerçi hala ara tatillerde gittiğimde aynı şeyler oluyor ama o etkiyi vermiyor sanki. Belki biraz daha çocuk olmak lazım o şekilde hissedebilmek için ya da biraz daha büyümek; değerini daha fazla anlayabilmek için...

Nereden nereye? Düşüncelerim de böyle oluyor işte bazen, dağılıyor...

Aslında şikayetçi de değilim. Bu haliyle daha güzel. Ama 'düşündüğüm hızda yazabilmek' gibi süpersonik bir hayalim var. Güzelim bilim insanlarından rica ediyorum, en kısa zamanda bu konuya bir el atsınlar. Sonuçta insanoğlu bugüne kadar hayal edebildiklerini gerçekleştirdi, hayal etmediklerini değil. Her ne kadar bazı sonuçları hesap edemese de!

Günümüze değin düşünebilmekle ilgili o kadaaaar şey yazılıp çizildi, o kadaaar fikir beyan edildi ki sanırım bir de benimkilere pek ihtiyaç yoktur. Gerçi vardır da benden laf almak da öyle kolay değil. :) 

Gecenin bir vakti gelen yazı yazma isteğim şimdi de gitme eğilimi gösteriyor. Bu da demektir ki lafı burada kesmem lazım. Zira devam edersem çok fena saçmalayacağımdan eminim. O konuda da gayet iyiyimdir; çok deli saçmalarım...

Son olarak bayağı zamandır dilime dolanan şu sözle bu yazıya nokta koymak istiyorum: 'Gecenin saat üçü, bir şeyler yapmaya başlamak için ya çok geç ya da çok erken bir vakittir.'

Mutlu kalın...

2 Ekim 2011 Pazar

Band Of Brothers

Band Of Brothers mini-dizisi (İngilizce'de mini-series diyorlar bunlara; evet, entel bi insanım. :)) genel yapımcılığını Tom Hanks ve Steven Spielberg amcamların yaptığı çok acayip bir seri. Hatta o kadar acayip ki IMDb sayfasında okuduğuma göre bu serinin ilk üç bölümü için kullanılan toplam görsel efekt sayısı kooooca Saving Private Ryan (Er Ryan'ı Kurtarmak) filminin toplam görsel efekt sayısından fazlaymış. Lafın kısası, parası olan gene konuşmuş ve hatta konuşturmuş!

Ha, adamların haklarını verelim ama! On numara çekmiş adamlar. Ansiklopedi okumak yerine İkinci Dünya Savaşı'nı bu belgesel nitelikli mini-diziyi izleyerek de öğrenebiliyoruz. Kısıtlı bir kısmını tabii ki; ancak yine de izleyerek öğrenmek çok etkili...

Serinin bölümleri savaşı gerçekten yaşayan askerlerin anılarını vs. anlattığı ortalama birer dakikalık kısımlarla başlıyor. Bölümde de o anlatılanlarla ilgili anıları izliyoruz. Bu arada şunu da belirtmemiz gerekir ki dizideki askerlerimiz aslında gönüllü askerlerin bir öyküsünü anlatıyor. Easy grubunun - ki kendileri paraşütçüdürler ve de gönüllü askerlerden oluşur - üzerinden öğreniyoruz olan biteni.

Lafı fazla uzatmaya da gerek yok aslında. Az biraz da ilginiz varsa hele böyle savaşlara falan
arayıp da bulamayacağınız bir yapım. Ben şahsen helal olsun dedim. Hee, bi de Tom Hanks amcamız bir iki sahnede çok az da olsa gözüküyor. Ama görmek için dikkat etmek lazım. Malum, görmek değil de bakmasını bilmektir önemli olan (sosyal mesajımı da verdim, içim rahat! :)).

Üşenmesem de diğer izlediklerim ve okuduklarımla ilgili de bir şeyler yazabilsem. Hadi hayırlısı, bekleyelim görelim...