21 Kasım 2012 Çarşamba

Kısa Kısa, #5

Çayımı yanıma, laptopumu kucağıma aldım da geldim sevgili sanat dostu güzel insanlar. Gündem maddesi olarak Müslüm babaya şifa dileklerimi de iletiyor, bugünkü konuma geçiyorum.

Nasılsınız ya bu arada? Nasıl gidiyor? Üniversitelerde vize haftaları başlamış geçen hafta sanırım, hatta kimisinde devam ediyormuş. Hey gidi zamanlar yaa... Mezuniyet ne güzel bir şey ya. :) Herkese zihin açıklığı ve başarılar diliyorum. Çalışın gençler, çalışın. Gelecek hepimizin eseri olacak, akıllı olmak lazım.


Pekiii, ben bu yazıyı niye yazıyorum?
Valla canım sıkıldı aslında ya, film izlemekten dahi üşendim. Çift tıklamak zor geldi. Onun yerine birkaç yüz kere tuşa basıyorum şimdi de. Geçen yazılarımın birinde ne kadar mal olduğumu yazmıştım ama bir kez daha yazayım, çok malım. Evet. :)

Şimdi efem, ben genel olarak sinemayı çok seviyorum. Bilen bilir. En büyük hobim diyebilirim. Tabii bu arada kitap okumayı hobi olarak saymadığımı da belirtip artistlik yapmak isterim. Kitap okunmalı. Hobilik bir iş değil o. Neyse.

Sinema çok genel malum. Fantastik edebiyatı sevdiğim gibi fantastik filmleri de seviyorum. Onun için geçenlerde Captain America: The First Avenger, Thor ve The Avengers'ı peş peşe izledim. Daha önceden Iron Man ve Iron Man 2'yi izlemiştim. Bu saydıklarımın içinde The Avengers'ı çok sevdim. Gerçi onu sevmeye izlemeden karar vermiştim de diyebilirim. Çünkü yönetmeni güzide insan Joss Whedon! Bir gün kendisiyle tanışabilsem ne güzel olurdu. Aaah ahh...

Tabii bu tip filmler gerçekçilik arayanlara ters düşüyor. Düşsün, çok da tın. Onların keyfine mi kaldık? Özgür düşünce diye bir şey var, adamın asabını bozmasınlar. Garanti hiç çizgi roman da okumamıştır onlar. Niye bu kadar heyecanlandıysam birden?!
Bunun dışında B Movie denilen film türünü de nispeten seviyorum. Abartı denen kavram bazı insanların elinde çok eğlenceli bir hale dönüşebiliyor çünkü. Misal Quentin Tarantino (adamın ismi yeter ya), Robert Rodriguez... Bana bu ikisi yetiyor zaten. :)

Bu filmlerden de Grindhouse projesinde yer alan Death Proof ve Planet Terror'ü izlemiştim geçen yıl. Geçenlerde de Machete'yi izledim. Keyif aldım mı? Aldım. Bitmiştir.

Amma lakin ki sorarsanız izleyelim mi bu filmleri diye, bence bir sakıncası yok. Kafanıza göre takılın derim.

Canımın sıkıntısı geçmiş kadar oldu. Toparlayayım ufaktan. Geçen bir ara Windows 8'in tanıtım reklamını gördüm. Videodaki şarkı o kadar hoşuma gitti ki gittim araştırdım. Lenka diye bi hatun var, sesi çok acayip. İki gündür şarkılarını dinliyorum. Everything At Once ve Trouble Is A Friend'i özellikle tavsiye ederim. Hatta mümkünse sözlerine de bir göz atın.

Not: Yukarda bir yerde fantastik edebiyat ve film dedim ama yazıda Yüzüklerin Efendisi geçmedi hiç. Onu da ben anlatmayayım artık! Lütfen amaaa!

Bu arada bilgisayar mühendisi olmama rağmen şu blogspot'un şablon ayarlarından çektiğimi malum hocamızdan çekmedim yani vakt-i zamanında. Bu bana yapılır mı ya? Ben ki görsellikle uğraşmaktan hiç de hazzetmeyen biriyim. Ay bayılazaaaam! Neyse, ben gidip sakinleşeyim biraz. Sinirlerim yıprandı durduk yere. Yenilenmiyorlar da arkadaş. Yenilenen sinir hücresi istiyorum! Aksonlara, dendritlere özgürlük! Sinapsların gücü adına!

Gittim ben, esen kalın.
Ojeler mor falan olaymış iyiymiş.

18 Kasım 2012 Pazar

Arkadaşlar İyidir

Arkadaşlar iyidir gençler. Evet evet, arkadaşlar iyidir. Tüm günü geçirebileceğiniz, ordan burdan konuşabileceğiniz o varlıklar iyi ki varlar.

Bir de bilgisayar üzerinden dahi olsa mektuplaşmak ayrı bir güzeldir. Artık şantajla mı yaparsınız, tehditle mi yaparsınız bilmiyorum ama bir şekilde yapın. Farkı göreceksiniz. (beğenmezseniz ücretiniz iade diye devam edesim geldi bir an. (: )

Vakt-i zamanında birisi ikna etmişti beni bu mektuplaşma konusunda, şimdi yüzüne karşı desem şımaracak. Onun için buraya yazıyorum. İyi ki yapmış. Çünkü gerçekten de insan konuşarak anlatamadığı çoğu şeyi yazarak çok daha rahat ve net anlatabiliyor.

Orhan Gencebay'ın dizelerini genelleştirerek çekiliyorum huzurunuzdan: "Gülmek çok yakışır size ağlamak değil / Sevmektir yaşatan inanın sevilmek değil"

İyi geceler.
 

8 Kasım 2012 Perşembe

Hayat bazen...

Hayat bazen ne konuşmak ne de yazmak; sadece susmak ve dinlemek...

 
Sonra bazen biraz daha dinlemek...

 
Sonra derin bir iç çekip


yola devam etmektir.

4 Kasım 2012 Pazar

Edip Cansever - Sonrası Kalır I

Kim biner bu gemiye insandan kıyılar yapılırken (Ey)

Selamlar ve saygılar güzel insanlar! Edip Cansever'in tüm şiirlerinin toplandığı Sonrası Kalır'ın birinci cildini bitirdiğimi söylemekten onur duyarım. Daha önce kitabın bitmesini bekleyemeden bir Tragedyalar yazısı yazmıştım. Şimdi hazır kitabı da bitirmişken genel bir göz atmakta fayda var diye düşündüm. Çok düşünceliyim, değil mi?

İnsan günün her parçasında yaşamıyor
Bu çok doğru
Evet bu çok doğru. (Çember - VI) 

Kitap 664 sayfa; şimdi beğendiğim şiirleri yazmaya kalksam blog stack overflow hatası verir diye tırsıyorum. Ne yapsam acaba? En iyisi fazla düşünmeden, nasıl gelirse öyle devam etmek. Evet evet.

Biraz da susmalıyız, insan bir şeyler aramalı kendinde (Umutsuzlar Parkı - V)

Edip Cansever çok ayrı bir şairmiş, bunu baştan söyleyebilirim. Daha önce Necip Fazıl, Orhan Veli, Cahit Sıtkı, Cemal Süreya, ne bileyim Edgar Allan Poe falan okudum ama Edip Cansever hepsinden başka. Şiir yazıyorum, kafiyesi redifi falan olsun gibi bir düşüncesi yok. İhtiyacı  da yok. Düzyazı gibi yazmış ama o kadar doğal ve güzel yazmış ki kafiye ve redif aramıyorsunuz zaten. Konuşur, dertleşir gibi okuyorsunuz. Bunu nasıl başarmış hakikaten aklım almıyor. Gerçi adamın hayatı da buymuş. Cemal Süreya'nın deyimiyle "her şeyin fazlası zarardır derler / fazla şiirden gitti Edip Cansever". Anlayın yani.

Bir kişi bile değilim yalnızlıktan (Ben Bu Kadar Değilim)

Şimdi bakalım hangi kitaplar var bu baskıda: İkindi Üstü (ki kendisini anmak bile istememiş Edip Cansever sonradan. Halbuki ben birçok şiirini çok beğendim, vay arkadaş. Adamın beğenmediği şiire ben hayran kalıyorum, hayat çok tuhaf. Parantez de bi bitmedi di mi?), Dirlik Düzenlik, Yerçekimli Karanfil, Umutsuzlar Parkı, Petrol, Nerde Antigone, Tragedyalar, Çağrılmayan Yakup, Kirli Ağustos veee Sonrası Kalır.

Kalır ilk aşk, kalırız öyle yenik, savaşsız tapınaklarda
Buzullar ve ölümsüzler gibi tadılmaz sallantılarda
Sonra ki gerçek olur aşklar da unutulmakla
Güçlenir yalnızlığımız -çünkü bir gün nasılsa
Çirkindir birgörünmek, yarışmak olağanlıkta-

Sanki böyle kalmışsak ne çıkar karanlıkta
Yaşarız yaşanırsa azıcık ayrıntılarda
Sen sıkıntı mavi ve uzun
Boşalan bardakları bir daha bir daha doldurduğumuzun (Gökanlam - II) 

İkindi Üstü, Masa Da Masaymış Ha..., Dipsiz Testi, Fıldırfış, Yengeç Gibi, Berbere Bak, Karşıtlık, Yangın (kesinlikle süper!), Salıncak (dört kısım ve hepsi ayrı güzel), Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka (kitabın burasına kadarki favori şiirimdi, hele ki ilk ve son üç satırı (aşağıdaki üç dize de diyebiliriz)... Bu arada şiir toplamda yirmi üç sayfa, konsantre olmak lazım).

Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da (Ne Gelir Elimizden İnsan Olmaktan Başka)

Buraya kadar Tragedyalar'a gelmiş oluyoruz kitapta. Daha yarısı bile değil kitabın. Tragedyalar zaten başlı başına bir şaheser gözümde ve bir tiyatro oyunu falan olsa kesinlikle gitmek isterdim. Kitabın girişinde de belirtildiği gibi Tragedyalar'dan sonraki şiirler hafiften özgürlük teması ya da nasıl diyelim, kitapta geçen cümleyle 'sol siyasal eylemlere duygusal ve düşünsel planda katılışın şiirler' olmaya başlıyor.

Ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım vardı benim de
Düşünen bir şey olarak ve düşündüren
Ama korkarak söylüyorum, çok ağır bir yük gibi taşıyordum bunu da (Pesüs - III) 

Ben şahsen apolitik bir insan olduğumdan herhangi bir önyargıya sebep olmadı okurken. Ama ilk olarak Yerçekimli Karanfil'den bir şiir, sonra da mesela Sonrası Kalır'dan bir şiir okununca gerçekten arada bir fark olduğu belli oluyor. Ama ben çıkıp da yukarıdaki gibi artistik bir tanım yapamazdım bunun için. Olsa olsa 'aabi nolmuş bu adama ya, bildiğin yardırmış gitmiş adam' falan derdim. Düz bir insanım, evet.

Ve yürürlükten kalkmış bir sözü tekrarlıyorum: sevin ki her şey olur
Sevin ki her şey olur
Olmuyor, biliyorum. (Dökümcü Niko ve Arkadaşları - IV

Ama şu yukarıdaki dizelere bir bakar mısınız? Hep diyorum, ben böyle bir şeyi anlatmaya çalışsam sayfalarca kompozisyon yazmam gerekir. Kaldı ki sonunda da beceremem büyük ihtimalle ama adam gitmiş üç (rakamla 3) dize ile işi bitirmiş. Ceketimi giydim, önümü ilikledim, saygı duydum.

İnsanın insana verebileceği en değerli şey
Yalnızlıktır. (Cin)

Amma lakin ki şunu da belirtmem lazım ki burdan sonraki şiirleri daha çok beğendim. Çünkü neden? Çünkü çoğunu anlamadım bile. Evet, anlamadığım şeyleri çok beğeniyorum. Kafamı kurcalamasını seviyorum sanırım.

Kazılardan yorgun çıkmışım
Gözlerimde düş fosilleri (Kesit)

Pesüs (özellikle birinci kısmının son üç bentini baştan aşağı işaretlemişim), Ölümle Bakılan, Yengeç, Ölü Sirenler, Kar Yağacak, Kuş Sürülerinden Bir Duvar, Aydınlığın Dört Bir Yanı, Saate Bakmak, İdris'le Konuşma, Dostlar (çok fena ve güzel bir şiir bu da bence), Gül Kokuyorsun, Sonrası Kalır da ayrıca okunması gereken şiirler gibi geliyor bana. Her birinin farklı birer havası var.     

Üç kişiyle başka türlü konuşulur, bir kişiyle
Kendini açıklar insan (Yengeç)

Bu arada sanırım blogumun en uzun yazısı olmakta bu yazı ve bundan da ayrı bir gurur duyuyorum. Edip Cansever gibi şaire az bile. Heyt beee, kendimi de gaza getirdim gene.

... ve kemikleri bunlar gökyüzünün
Altında öyle tedirgin ilk çocukları ölümün (Gökanlam - III)

Madem epeyce uzattım, okuyan da azdır zaten buraya kadar, şunu da söyleyeyim. Bu adamlar nasıl yazmışlar böyle çok merak ediyorum. Ne kadar şair varsa bir o kadar yalnızlık var resmen. Bu adamların mutsuzlukları ya da yalnızlıklarını mı seviyorum yani ben şiirleri sevince? E, değil. Öyle değil. Bunu yazabilen adam yalnız bırakılır mı? Demek ki onun için kıymetleri çoğunlukla ölümlerinden sonra anlaşılıyor. Adamlar çekiyor onca sıkıntıyı falan, çekmişler daha doğrusu. Çok ilginç.

Bir gün de bir cami avlusunda güvercinleri taşladım
Gözleri kör bir kadın mısır satıyordu
Ağlamak istedi ben güvercinleri ürkütünce
O an düşünemedimse de sonradan aklıma takıldı
Gözleri kör bir insan nasıl ağlar diye.

Son olarak üstünde bir taşın.
Oturdum saatlerce. (Şahinin Kopardığı Elmas - III

Nerde okumuştum şimdi emin olamıyorum ama eğer yanlış hatırlamıyorsam Edip Cansever öyle pek fakir bir insan değilmiş. Yani dünya tarihinde adını bildiğimiz çoğu ustanın aksine parası varmış. Ve bu durum sebebiyle kendisini sevmeyen de çokça insan varmış. Adam kapatmış kendini yazıhanesine (ya da ofisine, adı her neyse), sabah akşam bir şeyler üretmiş. Kafaya bak be, helal olsun. Bu arada eğer bu yazdıklarım yanlışsa ve kanıt gösterebilirseniz ağzınıza geleni söyleyemekte serbestsiniz. Hak etmiş olurum çünkü.

Biliyorsun, bizim her türlü yalnızlığımız
Yeni bir dil olacak yarın. (Akdeniz Salgını - V)

O kadar yalnızlarmış falan dedim de yukarıdaki dizeleri geldi aklıma ayrıca. Onun için buraya koymak istedim bu dizeleri. Belki de haklıdır. Gerçi şimdi haklıdır dedim ama anlatsana ne demek istemiş deseniz anlatamam. Kelimeler kifayetsiz kalabilir, bu da beni üzebilir. Size bir şey olmasın.

Bir saat ne kadar yaşar bir eskici dükkanında
Bir ırmak bir taş köprüye sarmaşıksa. (Kül - Külden Adamlar)

Abartıyor olabilirim, sık sık yaptığım bir iştir. Zevk alıyorum çünkü çoğunlukla abartmaktan. Fakat şu yukarıdaki dizeyi okuduğumda abartısız bir dakika yirmi saniye falan duraklamışımdır. Evet, abartmayınca pek güzel olmadı gördüğünüz gibi. Neyse, ne diyordum? Ha, evet, yukarıdaki dizeler... Eskici dükkanındaki bir saatin ömrü... Çk çk çk... Ya arkadaş, bir insanın aklına nasıl böyle bir fikir gelir? Hadi geldi diyelim nasıl bu kadar güzel ve net ifade eder? Ne kadar yaşarım bilmiyorum ama buna benzer, benzer derken kalite olarak kilometrelerce ötesinden geçecek bir laf etmem dahi mümkün değil gibi geliyor bana.

Özlem ki tutkunluktur bir başkasının özlemine
Dalgalı camın ardında büyüyerekten
Bir çocuk hızla geçiyor bisikletiyle. (Suçtur Çocuğun Olmak)

Sonrası Kalır I bitti ve bu yazı ortaya çıktı. Vay canına.... Yukarıdaki şiirlerin yanına yazmadığım bir şiir var ki bütün kitapta en beğendiğim şiir oldu sanırım. Yazının tamamını okuyanlara sonsuz şükranlarımı sunarak bu güzide şiiri de belirtmek isterim: Mendilimde Kan Sesleri. Bu şiiri okuyun, okuyun bu şiiri!

İyimser bir duvarcıyım her gün bir tuğla düşürürüm elimden
Bu yüzden gecikirim
Size bu sıkıntı kalır. (Sonrası Kalır)

Ezel'i izleyenler bilirler, bu kitap aynı zamanda dayının vurulduğu bölümde üstünde can yeleği niyetine kullandığı, o kadar sevdiği kitaptı. Belki ben de sırf o yüzden almıştım en başta, hatırlamıyorum. Ama her ne sebeple olursa olsun iyi ki almışım, iyi ki okumuşum, iyi ki bir bu kadar kalınlıkta bir ikinci kitap var. Onu da okuyup paylaşmak niyetiyle hoşça kalın efendim. Yazıma aşağıdaki dizelerle -nihayet- son vermek isterim. Esen kalın.

Gerçekte bir sevinç, bir mutluluk yok değildir yüreklerimizde
Sevgiler umutlar yok değildir
Öyleyse neden çabuk küseriz birbirimize
Çabuk öfkeleniriz
Durup durup böyle hüzünlenmemiz neden
Anlamıyoruz da ondan mı yoksa
Bir bütün olduğunu mutluluğun (Gelincikler)
 

3 Kasım 2012 Cumartesi

Yusuf Atılgan - Bütün Öyküleri

Gençler ve hep genç kalanlar ya da en azından kalmak isteyen ehtiyarlar, hepinize merhaba. Naaassınız? Eyisiniz inşallah?

Uyusam da bari düşte çıksam bu kasabadan. (Evdeki)

Yine epey zamandır piyasada olmadığımı fark ettim ve entel kişiliğimden kimseyi mahrum etmemek için okuduğum güzide bir kitabı tanıtayım dedim. Evet, zeki arkadaşlar zaten başlıktan anlamışlardır hangi kitaptan bahsedeceğimi. O kadar zeki olmayan arkadaşlar, size de şu kadarını söyleyebilirim ki sizi daha çok seviyorum, bana kendimi hatırlatıyorsunuz. Neyse...

Çoğu insanlar gibi düşünmeden konuşsaydım kimse bir şey demeyecekti; ama ben düşündüğümü söylemeye kalktım. Yukarıya bildirildi; başöğretmen beni getirtip ağzıma acı biber sürdü. 'Böyle gidersen beynine de biber sürülür' dedi. (Ceren'e Masal)

Çok zamandır okumak istediğim bir yazardı Yusuf Atılgan. Arkadaşlarla sahaflara gittiğimizde de o yüzden bulabildiğim üç kitabını (Bütün Öyküleri, Anayurt Oteli ve Aylak Adam) almıştım. Bütün Öyküleri ile başlamak istedim ve bayramda memlekete giderken kendisini yol arkadaşı olarak yanıma aldım. Sağ olsun, pişman etmedi.

Kalkıp dünküne benzer yeni bir güne başlamakta ne var? (Dedikodu)

Romanlara öyle her istediği an başlayabilen birisi değilim, olmadım da hiç. O yüzden deneme ve öykü kitaplarını daha çok tercih ediyorum yolculuklarda falan. Kafam rahat oluyor. Bir şeyleri akılda tutmak gerekmediğinden belki, bilemiyorum.

Yaşamımızı düzenli bir sıkıntı yönetir gibiydi. (Bodur Minareden Öte)

Kitaptan ve öykülerden az bahsedeyim de adet yerini bulsun. Bir kere anladığım kadarıyla Yusuf Atılgan halk dilini çözmüş ve özellikle yazlnızlık konusunda epey düşünmüş bir ustamızmış. Uzuuuuun paragrafları var öykülerde ve sıkmadan okutuyor kendini. Öyle her yazarın tasvirlerini okumak sarmaz beni mesela ama bu seferkileri hiç 'bitse de gitsek' moduna girmeden okudum.

Bütün dünya bana bir yaşama borçlu. (Yaşanmaz)

Özellikle üç öyküsü çok hoşuma gitti. Onları ismen anmak isterim bu yazıda: Dedikodu, Çıkılmayan ve Bodur Minareden Öte. Özellikle Dedikodu'daki üç farklı karakterin dilinden kendilerini anlatmış olması o kadar değişik ve güzel geldi ki bana. Tek bir öyküsünü seçecek olsam bunu seçerdim sanırım. Şimdi bu kadar övdüm burda, gidin okuyun bir zahmet. Kırmayın beni.

Belli bir yaşayış uygulamışlar bana. Görünmeyen bir giysi giydirmişler. Sıkıyor beni, çıkarıp atamıyorum. (Çıkılmayan)

Anayurt Oteli ve Aylak Adam'ı da okurum umarım yakında. Seneye kalmasa iyi olur (daha yılbaşı gelmeden gelecek yıl esprisi yaptım ve yazıyı katlettim, farkındayım). Halbuki en çok merak ettiğim de Aylak Adam ama onu niye sona bıraktım hiç bilmiyorum. Bunu bir ara düşünürüm biraz, ben de merak ettim şimdi. Ehem, neyse. Öykü yazısını bile bu kadar uzatır mı insan ya?! Bari en sevdiğim alıntılardan birisiyle bitireyim; esen kalın efem:

Sokak kapısı açılıp kapandı. Eğildim baktım annem. Kimbilir hangi kocakarıya gidiyor? Yakınacak benden, içini dökecek, rahatlayacak. Bense hep burada kalacağım, kendi kendimle. İnsan kendine acır mı? Ben acıyorum. (Evdeki)