30 Temmuz 2012 Pazartesi

Sabahattin Ali - İçimizdeki Şeytan

"Hayatta hiçbir şey, uğrunda ölmek için istenmez. Her şey yaşamamız için olmalıdır."

Aaahaaa, hıımmm, dur bi dakka, nasıl ya?! Yanlış mı okudum acaba; hayatta hiçbir şey, uğrunda ölmek için istenmez. Her şey yaşamamız için olmalıdır. E, doğru da okumuşum.

Evet sevgili kitap dostları, yukarıdaki gibi envai çeşit devre yakacak cümleyle ve tespitle dolu bir kitabın daha ardından hepinize tekrar merhaba. Yine elime alınca bırakmak istemediğim, süper derecede doğal (bir kitap için ilk defa bu yakıştırmayı yapıyorum sanırım), akıcı, fevkalade bir kitap; İçimizdeki Şeytan. Sabahattin Ali yazmış.

Daha önce Kürk Mantolu Madonna'yı ve Kuyucaklı Yusuf'u okumuştum Sabahattin Ali'nin eserlerinden. Yine onlardaki gibi derin fikir ve düşüncelerle dolu bir kitap İçimizdeki Şeytan da. Çok beğendiğimi gönül rahatlığıyla söyleyebilirim (ama favorim hala Kürk Mantolu Madonna).

Sabahattin Ali, Ömer ismini verdiği karakterin dilinden öyle cümleler dile getirmiş ki gerçekten okurken hak veriyor insan. Bir insanın değişmek istediği halde iradesine söz geçirememesinden, başına gelen kötü şeyleri kendisinin üstlenmek istemeyip içinde var olduğuna inandığı bir şeytana mal etmesinden ve bunun gibi daha nice şeyden bahsediyor.

Aslında benim anladığım kadarıyla Ömer iyi, hatta on numara bir adam ama çevresi kötü! Kendisine değil, çevresine söz geçiremiyor aslında. Hal böyle olunca Macide'yi de efkar basıyor. Bu kez onun kafasından geçenleri okuyoruz bir süre. Zaten kitap üçüncü ağızdan yazıldığından hemen hemen herkesin içinden geçenleri okuyoruz. Bundan dolayı da bazı paragraflar var ki maşallah iki üç sayfa devam ediyor. Fakat sıkmıyor insanı, karşında bir arkadaşın konuşuyormuş gibi hissettiriyor, dinletiyor kendisini.

Ömer dedik, Macide dedik, ha bir de Bedri var; müzik öğretmeni, Macide'nin hocası. Macide'ye piyano dersleri veriyor falan. Aslında kıskanmadım da değil. Niye bana değil de Macide'ye veriyor lan?! Piyano çalabilmeyi ne çok isterdim sevgili okuyucu, bi bilsen. Neyse, alacağın olsun Macide. Başka da bir şey demiyorum.

Efem, altı üstü 267 sayfa bir kitap. Zaten elinizde bir alın, o okutuyor kendisini. Pişman olacağınızı sanmıyorum. Hem Sabahattin Ali bu; bilen bilir, bilmeyen de öğrenir. Şimdi sizleri tıpkı yazının başındaki gibi kafamı kurcalayan veya altını çizdiğim kısımların bazılarıyla (çünkü bazıları şimdi yazamayacağım kadar uzun, kitabı okuyunca bana hak vereceksiniz) baş başa bırakıyorum, esen kalın.
 
  • Bence insanlara hükmetmek arzusu manasızdır... Etrafımız o kadar çirkefle dolu ki, temiz kalmak için bir tek çare kendi dünyamıza çekilmek ve muhitle, hiç olmazsa manen, alakamızı kesmektir. 
  • Sonra... ben daha çok kendi içimde yaşayan bir insanım. Bunun için size nazaran birkaç misli fazla yaşamış sayılırım.
  • İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir.
  • Hayatta hiçbir şey yapmış olmamak gibi korkunç ve utandırıcı bir şey var mı? 
  • İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.
 

24 Temmuz 2012 Salı

Ahmet Hamdi Tanpınar - Saatleri Ayarlama Enstitüsü

"Bazen düşünürüm, ne kadar garip mahluklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkında varmadan harcamak için neler yapmayız?"

Kitap dostu insanlar, merhaba. Bu kez nispeten ağır, derin, süperötesi bir kitapla karşınızdayım; tek kitabını okumuş olmama rağmen 'büyük yazar' olarak nitelendirmekten zerre çekinmediğim Ahmet Hamdi Tanpınar ve onun çok acayip kitabı Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile.

"Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır."

Uzun zaman sonra okuduğum bir roman oldu bu. Epeydir öykü, şiir ve deneme okuyordum. Ancak Saatleri Ayarlama Enstitüsü öyle bir kitap ki gönül rahatlığıyla romana dönüşüm muhteşem oldu diyebilirim. İyi de neden bu kadar övüyorum bu kitabı? Çünkü sayın seyirci bu kitabın içinde her şeyden biraz var. Dahiyane tespitler mi dersiniz, kara mizah mı dersiniz, karakter tahlili mi dersiniz, dönemin halini anlatışı mı dersiniz, işte falan mı dersiniz filan mı dersiniz bilmem ama ne derseniz deyin bu kitapta ondan biraz var. Ha, yoksa da bu demek değildir ki Ahmet Hamdi sığ bir yazarmış. Bu olsa olsa benim ne kadar dar kafalı bir insan olduğumu gösterir. (Bugünlerde gene çok mütevazıyım, hadi hayırlısı!)

"İnsanoğlu insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek yüzlerce hastalık, belki yüzlerce vaziyet vardır. Fakar başkasının yerini hiçbiri alamaz."

Kitabın içeriği ile ilgili kısaca şunları söyleyebilirim. Aslında kitabın içeriği adında gizli. Hayri İrdal'ın dilinden anılarını okuyoruz kitapta. Halit Ayarcı ile nasıl tanıştığını ve hayatı boyunca ne çeşit talihsizler yaşadığını vs. görüyoruz. Sayfalar ilerledikçe ve karakterler kafada oturdukça direkt bir dönem filmi çekmeye başlıyorsunuz kafanızda. Kitap bunu yaptırıyor size, o yönüyle çok sağlam.

"İnanmayan bir adamla çalışmak dünyanın en güç işidir."

İçeriğinden ziyade özellikle şunu söylemek istiyorum. Bazı sayflarda delicesine komik diyaloglar var. Aslında komik olan diyaloglar değil. Okuduğunuz sayfada çok ciddi konuşmalar geçiyor aslında, bunların çoğunda Hayri İrdal isyan bayrağını çekmiş durumda ve karşısında da onu ayar delisi yapan bir Halit Ayarcı oluyor. Böylesine ciddi iken böylesine güldüğüm çok kitap okumadım hayatımda. Bazı paragraflarda Hayri İrdal kendisine, eşine, baldızlarına vs. öyle acayip benzetmelerde bulunuyor (amiyane tabirle öyle giydiriyor ki), öyle güzel söyleniyor ki kitabı kapatıp 'Hey Allah'ım yaaa!..' diyerek gülüyor insan.

"Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde... Fakat daima ödersiniz... Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz."

Bir de ufak bir not düşmek istiyorum: Kitap kapaklarına oldukça takıntılı birisiyimdir. O yüzden özellikle kitabın bu yazıda görsel olarak kullandığım kapaklı halini aldım okudum. Yeni basımlarda farklı bir kapak tercih edilmiş ama bence diğeri gibi kitabın hakkını vermemiş. Kapak dediğin insanı işkillendirecek. Di mi ama?

"Hayatta uğradığımız bütün güçlükler az çok kafamıza gelen ilk fikirden bir türlü silkinip çıkamayışımız yüzünden değil midir?"

Yazıyı fazla uzun tutmamak adına yavaştan çekiliyorum huzurlarınızdan. Kapanış cümlesi olarak kitapta onca süpersonik tespit arasından beni en etkileyeni geliyor. Neden en etkileyeni? Çünkü birebir benim de düşüncem bu yazacağım. Yıllaaaar yıllaaar evvel Ahmet Hamdi usta dile getirmiş, ne de güzel etmiş. Veee o tespit:

"Ben etrafımı sevmezsem rahat edemiyorum. Her şey içimde alt üst oluyor sanki..."

17 Temmuz 2012 Salı

Edgar Allan Poe - Bütün Şiirleri



Öyküleriyle ilgili yazdığım yazıda Poe'nun normal bir insan olmadığından bahsetmiştim. Onun için burada tekrar etmiyorum ve kitaba geçiyorum.

Benim okuduğum kitap ciltli basılmış ve tüm şiirler bir araya getirilmiş. Zaten Bütün Öyküleri + Bütün Şiirleri olarak takım halinde almıştım kitapları. Ama bu şiir kitabının asıl hoşuma giden yanı şuydu ki sol sayfalarda orijinal metin (yani İngilizcesi, evet) ve sağ sayfalarda da çevirileri yer alıyor. Tabii şiir çevrilebilir mi, ne kadar çevrilebilir, çevrilmeli midir diye felsefe yapacak değilim. Onun için ucuz kurtarıyorsunuz. :)

Şiirlerin %90'ının %90'ından hiçbir şey anlamadım (orijinal metni kastediyorum). Birkaç şiirindeki dili gayet rahat anlayabiliyorum ama arkadaş eski İngilizce ile yazdığı için 'you', 'your' vb. zamirleri 'thy', 'thee', 'thine', 'thou' vs. şeklinde okumak kafamı karıştırdı. 'Have/has' ile de ilgili de yakın bir durum vardı. Neyse artık, anladığımız kadarıyla...

Ama bazı şiirleri var ki hiçbir şey anlamasanız da okurken öyle bir ahenk oluşuyor ki 'lan adam yazmış yaaa!' diyorsunuz, en azından ben dedim. Birçok şiirini 'TO ...' şeklinde isimlendirmiş Poe, yani bayağı bir adanmış şiir var. Peki kime? Tabii ki hatun kişilere! Zaten kafası güzel bir amcamız olduğundan normal karşılıyorum; sonuçta bana yazmasını beklemiyordum. :)

Tüm bunlar dışından bazı şiirleri epey uzunken bazıları da epeyce kısa. Ortayı nadiren tutturmuş. Şiirlerinde de öykülerinde olduğu gibi bir ölüm teması hakim. Ama adama yakışıyor, hakkını vereyim. Bu söylediğimi şu ipucunu vererek sonlandırayım: The Raven (Kuzgun), ölen bir kadını konu alıyor ve Poe, bu şiiri nasıl yazdığını anlatırken 'ölen bir kadını anlatmaktan daha süper bir konu olabilir mi' diyor.


Bir göz atın derim. Şimdi gidiyorum. Geniş bir zaman bulabilirsem öykü ve şiirlerinde altını çizdiğim satırları da yazacağım ama uzun iş, onun için epey zaman alacağa benziyor.

Bir dahaki paylaşıma kadar esen kalın efem, her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsanız.

NOT: Kuzgun'u sevenler, beğenenler Tim Burton'ın Vincent isimli kısa filmini de kessssinlikle izlesin. Aslında beğenmeyenler de izlesin. Evet ya, hatta izlemiş olanlar da bi daha izlesin. Beni mi kıracaksınız yani? Lütfen, çk çk çk... :)

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Edgar Allan Poe - Bütün Hikayeleri


Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba ey ahali! Mezuniyetti, ev taşımaydı, işti güçtü derken blogumla pek ilgilenemedim. Naaassınız, ne var ne yok? :)

Şimdi kulak verin, size azmederek bu haftasonu bitirdiğim kitaptan bahsedeceğim. Gerçi kitap demek çok da doğru değil, külliyat diyelim. Çünkü Edgar Allan Poe'nun tek cilt halinde birleştirilmiş Bütün Hikayeleri'nden bahsedeceğim.

FELEĞİM ŞAŞTI!!! Evet, kısaca özetledim aslında. Bundan sonra okumasanız da olur. Şaka şaka durun, devam ediyorum.

Ne oldu, nasıl oldu pek anlamadan başlamıştım hikayeleri okumaya ama sonra baktım ki elimden bırakamıyorum. Mübarek kitap da 900 küsür sayfa. Poe amcam yazmış da yazmış. Ne de iyi etmiş. Bu arada kitap ciltli ve normal kitap boyutundan az biraz büyük; yani aslında hakkı nerden baksanız bi 1300 sayfa falan edermiş bence. Neyse...

Kitap bi ton hikayeden oluştuğu için içeriğiyle ilgili pek bir şey söylemeyeceğim. Ama bazı öyküler bir önceki bölümlerde okuduğunuz öykülerle alakalı ya da onların devamı niteliğinde olabiliyor ki bu durum benim çok hoşuma gitti.

Özellikle beğendiğim öykülerin isimlerini vermekle yetineceğim sadece: Bir Aslanın Hayatından Pasajlar (Aslanlaşma), Hans Pfall Diye Birinin Benzeri Görülmemiş Serüveni, Ligeia, Morgue Sokağı Cinayetleri, Kızıl Ölümün Maskesi, Marie Roget'nin Sırrı, Altın Böcek, Dolandırıcılık, Çalınan Mektup, Şehrazat'ın 1002. Masalı, Zıtlık Şeytanı, Mellonta Tauta "Skylark" Balonunun İçinde, Maelzel'in Satranç Oyuncusu.

Şimdi aslında sayfalarca söylemek istediğim şey var ama elimden geldiğince kısa tutmaya çalışacağım.  Belki maddelemeye çalışırsam daha iyi olacak:

  • Edgar Allan Poe, insan falan değil. Bir insan HER konuda bu kadar detaylı bilgiye sahip olabilir mi lan?! Büyük puntolarla yazdığım 'feleğim şaştı' ibaresi aslında bunun içindi. Eğer hikayeleri okursanız ne demek istediğimi anlayacaksınız.
  • Morgue Sokağı Cinayetleri, Marie Roget'nin Sırrı ve Çalınan Mektup birbirinin devamı olarak görülebilir; çünkü hepsinin başkahramanı aynı: August Dupin! İlk dedektif hikayesi olma özelliği taşıyor Morgue Sokağı Cinayatleri. Yani şöyle de diyebilirim ki Arthur Conan Doyle'un Sherlock Holmes karakteri dahi Dupin'den etkilenerek yazılmış bir karakter. Varın gerisini siz düşünün.
  • Ölüm ve denizcilik üzerine çok fazla öyküsü var. Aslında anladığım kadarıyla 'bilinmeyen'e karşı özel bir ilgisi var Poe'nun. Bu yüzden de okurken süper şeyler düşündürebiliyor size.
  • Yukarıya yazmadığım ama yine çok beğendiğim öyküler de var ama hepsiniz yazmaya üşendim açıkçası. :) Ama ben kitap okumayı severim falan diyen birisinin kesssinlikle okuması gereken bir yazarmış bence Edgar Allan Poe. Bazı öykülerde ironi ile güldürüyor ki tadından yenmiyor. Okuyun okuyun, böyle anlatınca olmuyor. :)
  • Kitabın ilk bölümünde Yazmanın Felsefesi'nden bahediyor Poe. En meşhur şiiri Kuzgun'u nasıl yazdığını falan anatıyor sonra adım adım. Zaten o bölümü okuyunca öyle normal bir insan evladı olmadığını anlayacaksınız. 
  • Bir iki öyküsünde ve şiirinde Trabzon'un adı geçiyor. Sırf memleketim olduğu için buraya not edeyim (artistlikte sınır tanımam). 

Gaza gelmiş bünyemi yeterince sakinleştirdiğimi düşünüyorum ve daha fazla uzatmadan gidiyorum. Şiirlerini okumayı bitirince onlarla da ilgili bir yazı yazacağım, yani yazarım diye düşünüyorum en azından. Sağlıcakla kalın. :)