27 Ocak 2013 Pazar

J. R. R. Tolkien - Roverandom

Yüzüklerin Efendisi'nden, hatta onun başlangıcı olan ilk kitap Hobbit'ten önce Tolkien amcamızın köpeğini kaybedince üzülen oğlu için yazdığı Roverandom'la, bir masal kitabı ile herkese selamlar.

Evet, Tolkien amcamız her şeyin başında sırf çocuklarını eğlendirmek için oturmuş ve masal yazmış kendi ailelerini temel alarak. Yıllarca süren değişikliklerin vs. ardından da yayınlanan bu hali çıkmış ortaya. Fakat ömrü daha uzun olsaymış bunu da devam ettirip, burdaki evrenini de genişlemesine yazacakmış.

Kitabın başında Giriş bölümü var ve oldukça açıklayıcı bir şekilde Roverandom'ın (ya da Roverandom'un, bilemedim) yazım süreci anlatılmış. Etkileyici olmuş, güzel düşünülmüş. Bir de sonda Notlar isimli bir bölüm var ki Tolkien'in taa o zamanlardan aslında bütün Orta Dünya evrenini kafasında evirip çevirdiğini ispatlar nitelikte.

Roverandom'ı basılmasından sonra Hobbit'i çıkarmış Tolkien ve Hobbit çok tutup, devamının yazılması istenince de Yüzüklerin Efendisi ve Orta Dünya evrenine ağırlık vermiş. Roverandom da o arada biraz kaynamış bu yüzden ama bu haliyle bile kitabın içinde Elfler, diyar isimleri ve yine Hobbit ile Yüzüklerin Efendisi'ni okuyanların benzerlikler görebileceği diğer karakterler hatırı sayılır şekilde yer etmiş.

Onca yıllar boyunca disiplinli bir şekilde ve hepsi birbirini tutacak şekilde nasıl yazmış etmiş hiç anlamıyorum. Hayır, bir de daha Silmarillion'u ve Bitmemiş Öyküler'i okumadım. Demek onları okuyunca duman çıkacak kafamdan. Kendimden beklentim en fazla bu işte.

Kitabın sonundaki Notlar bölümü olmasa; yani Tolkien'in aslında nerede nelere gönderme yaptığını anlamasam Tolkien niye böyle bir kitap yazmış derdim ama bu haliyle süper bir iş çıkarmış diyebiliyorum. Ayrıca kitaptaki ifadeler tamamen bir çocuğa anlatılır şekilde, 'lütfen'lerin ve 'teşekkür ederim'lerin önemini vurgulayan satırlar ile yazılmış. Yani okurken çocuksunuz ama yorumlarken hayal dünyanıza göre çok geniş anlamlar çıkartabiliyorsunuz.

Şu anda sırtına atlayabileceğim ve beni uzaklara uçurabilecek Mew gibi bir arkadaşım olmasını hayal ederek satırlarıma son veriyorum. Fantastik edebiyat güzeldir, düşlemek daha da güzeldir. Hoşça kalın.
 

22 Ocak 2013 Salı

İhsan Oktay Anar - Kitab-ül Hiyel

Kitap bitirme duygusu mu desem yeni kitap bitirmiş insan kafası mı desem ne desem bilemediğim bir halden hepinize merhaba güzel insanlar. Bu kez en sevdiğim yazarlardan İhsan Oktay Anar'ın bir kitabı olan Kitab-ül Hiyel ile karşınızdayım.

Ne demek bu hiyel? Kitaptaki tabirle "hiyel ilmi, emirlere asla karşı gelmeyecek sadık köleleri, yani makineleri yaratma sanatıydı". Evet, gerçekten de öyledir efendim. Hatta biz yeni nesil kendisini mekanik diye de tanırız. Bu ne anlama geliyor peki? Benim açımdan şu anlama geliyor: eğer mühendislik okumuşsanız ya da en azından fen bilimleri (sayısal) çıkışlıysanız bu kitabı okumanız şart! Süper bir kafanın süper bir ürünü, süper bir kurgu, süper bir hayal dünyası, süper göndermeler...

Kitapta altını çizdiğim yerler ne yazık ki buraya yazamayacağım kadar uzun. Çünkü genelde altını çizdiğim yerleri paragraf paragraf çizmiş durumdayım. Bu paragraflarda fikir olarak çok güzel temalar işlenmiş ve dile getiriliş tarzları da çok güzel.

Daha önce şu yazıda biraz değindiğim üzere bugüne kadar tek okuduğum İhsan Oktay Anar kitabı Puslu Kıtalar Atlası'ydı. Kronolojik gidiyorum yani, sırada Efrasiyab'ın Hikayeleri var demek ki.

Efrasiyab demişken, bu isim (okuyanlar bilir) Puslu Kıtalar Atlası'nda geçiyordu. Kitab-ül Hiyel'de de Puslu Kıtalar Atlası'nda tanıştığımız Uzun İhsan Efendi geçiyor. Böyle böyle bir şeyler işte.

Kitap hakkında değinmek istediğim bir mevzu ise karakter isimleri. Bir arkadaş tam olarak şurda üşenmemiş yazmış, kendisine teşekkür ediyorum. İsimlere bakar mısınız Allah aşkına? Mükemmel değil mi?

İhsan Oktay Anar bu kitabında mizahi yeteneğini de yine inceden konuşturmuş. Hele bir bölüm var ki hızlı okuyup geçerseniz anlamayacağınız ama dikkat ederseniz detaydan kahkaha atmanızı sağlıyor. Onu da bu arkadaş yazmış, paylaşmadan edemedim.

Sonuç olarak bu kitap okunmalı mı? Tabii ki evet! Zaten 154 sayfacık bir şey, hemencek de bitiyor.

Son olarak da bir takıntıma değinerek bitireceğim. Neden bilmiyorum ama kitapların ilk basım ya da başka bir deyişle artık basılmayan kapakları bana hep daha güzel gelmiştir. Mesela bir Şibumi(eski kapak/benim sevdiğim, yeni kapak/bir türlü ısınamadığım), bir Saatleri Ayarlama Enstitüsü(eski kapak/sevdiğim hali, yeni kapak/hiç sevmediğim hali), bir Puslu Kıtalar Atlası(bendeki ve sevdiğim kapak, bende olmayan ve sevmediğim kapak) derkeeeen ne yazık ki Kitab-ül Hiyel'i sayfanın başındaki kapağı ile aldım. Aslında bence sağ taraftaki kapak daha hoş. Altını çizdiğim yerler olmasa o kapaklı halini alıp elimdekini birine verecektim ama okudum ve çizdim bir kere. Ne yazık ki diğer İhsan Oktay Anar kitaplarım da bu seri kapaklardan. Onları okuyunca onların yazılarında da bu durumdan yakınacağım kesin.

Evet sayın seyirciler, böyleyken öyle. Kitap okumak güzeldir, nice kitaplı günlere. Esen kalın.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Yusuf Atılgan - Aylak Adam

Bu yazımda zevzeklik yapmayacağım. Çünkü nihayet Aylak Adam'ı okumuş ve kendisine büyük saygı duymuş durumdayım. Herkesin içinde yaşayan bir muhalif vardır ama kimse dile getiremez ya hani, işte aylak adam C. o adamın vücut bulmuş hali.

Anayurt Oteli'ni okurken kafam karışıyordu sürekli şu anda hangi karakterin dilinden dinliyoruz bunları ya da bu anlatılan gerçek mi rüya mı diye. Aylak Adam'da bu çizgi daha net. Belki zaman geçtikçe Yusuf Atılgan'ın düşünceleri de daha karışık hale gelmiştir, bilemiyorum. İfadeleri Aylak Adam'da daha okuyucuya yakın ve sadeler.

Aslında benim asıl şaşırdığım Aylak Adam'ın Yusf Atılgan'ın yazdığı ilk kitap oluşu. Kendini gölgelemiş sanki böyle yaparak. Çünkü bana göre Aylak Adam, okuduğum diğer Yusuf Atılgan kitaplarını (Bütün Öyküleri ve Anayurt Oteli) açık ara geride bırakıyor.

Bu kitap okunması gereken bir kitap. Herkes başucuna koymayabilir ama yine de kesinlikle insanın bu kitabı okuması, en azından dile getirilen düşüncelerden ve dile getiriliş tarzından haberdar olması lazım diye düşünüyorum.

Kitabı bitirince fark ettim ki kitabı okudukça (Yusuf Atılgan kitaplarını hızlı okuyamıyorum bir de ben; anlamak için yavaş yavaş, hazmede hazmede okudum hepsini) ister istemez C. gibi düşünmeye ya da en azından ona hak vermeye başlamış, onunla sıkılıp onunla rahatlamışım. Peki, bunu neden söylüyorum? Dediğim gibi, bunu kitabı bitirdiğimde fark ettim. Çünkü kitabın son cümlelerinin çarpıcı bir etkisi var. Çarpıcı etkinin sebebi de C.'yi anlamaya başlamış olmanız. Kitabı okuyanlar bana hak veriyordur diye düşünüyorum. Şimdi o cümleleri yazacağım, zira bu yazıda kesinlikle olmalarını istiyorum:

Sustu. Konuşmak gereksizdi. Bundan sonra kimseye ondan söz etmeyecekti. Biliyordu; anlamazlardı.

Bu cümleyi okuyup kitabı bitiren insanın tepki tarzına göre 'lan?!', 'ya ama!', 'evet ya', 'harbi lan', 'vay anasını' ya da 'offff' gibi bir isyanda bulunacağını düşünüyorum.

Kitapta altı çizilecek bir sürü yer var. Her sayfası ayrı bir cevher bu kitabın; ancak bu yazıyı benim en çok beğendiklerimden birisi ile bitireceğim. Sinemayı seven birisi olduğum için Yusuf Atılgan'ın bu cümleleri yazmış olması kendisine daha da bir sempati duymama sebep artık. Zaten kitap da bir sinema filmi şeklinde kafanızda canlanıyor okurken. O cümlelerle yazıma son veriyorum, hoşça kalın.

Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.

Dipnot: Vakti zamanında şu yazının altındaki ilk yorumda görüleceği üzere Meczup'a artistlik yapmıştım. Ordaki cevabım bana bugün kapak oldu, kendisine saygılarımı sunuyorum. :)
 

13 Ocak 2013 Pazar

Hermann Hesse - Öldürmeyeceksin

Lumos.

Kitapları ve kitapseverleri seven sevecen insanlar, hepinize merhaba. Nasılsınız efem, ne haliniz var? Bu nasılsınızı her seferinde soruyorum ama beni hiç salladığınız yok. Gözlerden kaçmayan bu ayıbınızı da yüzünüze vurduğuma göre gönül rahatlığıyla yazıma başlayabilirim.

Hermann Hesse'nin adını zamanın birinde Mutluluk yazısı ile tanımıştım. Daha sonra da güzide insan Knulp'u okumuştum. Bir sonraki durağım da Öldürmeyeceksin oldu. YKY basmış, seçme denemeler diye de eklemiş. Klas bir hareket, takdir ettim YKY çalışanlarını.

Baştan söyleyeyim, bana ağır geldi bu kitap. Kâmuran Şipal'i takdir etmedim değil. Belli ki zor bir yazar olan Hesse'yi bence olabildiğince düzgün çevirmiş amaaaa bende iş yok arkadaş. Okurken konsantrasyonumu kaybettim çoğu zaman. Fikirler, terimler, soyut ifadeler, uzun cümleler falan derken dedim ben bu kitabı ölmez de kalırsam bir iki sene sonra gene okurum. Kitaptaki çoğu yazının epey kısmını anlamadan okudum da diyebilirim. Sonlara doğru olan yazılar daha anlaşılırdı gerçi ya da bana öyle geldi, bilmiyorum.

Hani Almanca için 'sert dil yeeeaa, ne o öyle makineli tüfek gibi konuşuyorlar' diyenler var ya, hah işte onlar bu kitabı okusalar cümlelerde (tercüme olmasına rağmen) o sertliği hissederler. Ben de nispeten evet, bu adam gerçekten Alman dedim okurken. Halbuki Almanca bilgim de çocukluğumun pazar akşamlarının vazgeçilmezi olan Bizimkiler dizisindeki 'naaayın, dunkof' kelimelerinden ibaret. Kültürlü olduğumu çaktırmamak için okuduğum gibi yazdım, bu kıyağı da herkese yapmam.

Bu arada dikkatinizi çektiyse kitaptan hiç alıntı yapmadım. Çoğu yeri anlamadığımı söylemiştim. Ama kitapta aklımda en yer eden fikirlerden birisini buraya not düşmek istiyorum.

Bir yazısında diyor ki Hesse amcamız, niye kitap okuyalım ki? Yani mesela dışarda kötü olduğunu düşündüğümüz insanlardan köşe bucak kaçarız, değil mi? E, o zaman içinde kötü insanları, ne bileyim seri kattilleri falan barındıran kitapları niye okuyoruz? Onlardan da kaçınmamız gerekmez miydi?

Vay anasını sayın seyirciler, bunca yıldır kitap okurum; hiç böyle düşünmemiştim. Tabii yukarıdaki ifadesini devam ettiriyor Hesse ama buraya yazmayacağım. Çünkü neden? Çünkü işkillenin de gidin kendiniz okuyun bir zahmet diye, evet.

Gıcıklığımı da yaptığıma göre hemmmen kaçarak uzaklaşabilirim. Esen kalın efem.

Nox.

6 Ocak 2013 Pazar

Hobbit (Kitap + 1. Film)

Orta Dünya'yı seviyorum. Fantastik edebiyatı sevmemin en büyük sebebidir Tolkien amcam. Böyle bir hayal dünyası, böyle bir detaycılık, bu kadar yıla yayılmış çalışmalar, yeni bir dünya tasviri, haritaları, ırkları vs... Adamın yazdıklarının çeyreğini hayal bile edemezdim ben, öyle böyle ezilmiyorum okudukça.

Ezik bir girişten sonra merhaba sevgili insancıklar. Nasılsınız? :)

Hobbit'i geçen hafta bitirmiştim ama filmi görmeden yazı yazmak istemedim. Önce kitaptan bahsetmek istiyorum birkaç cümleyle. Tolkien'in yayınladığı Orta Dünya hazinesine baktığımızda önce Hobbit'i çıkardığını görüyoruz. Her ne kadar Peter Jackson amcamız sayesinde önce Yüzüklerin Efendisi üçlemesini izlemiş ve duymuş olsak da (genel sinema izleyici kitlesi için konuşuyorum) iki kitap arasında yirmi yıllık bir yayınlanma zamanı farkı var. Bunu da bilmek lazım.

Hobbit, Tolkien'in çocuklar içn yazdığı bir kitap aslında. Onun için epeyce masalsı. Yani Yüzükleri Efendisi ne kadar epikse ve romansa, Hobbit de bir o kadar naif ve masal. Bu beklentiyle okumak, izlemek lazım. Bu masalsılığından dolayı da kitapta her şey çabucak olup bitiyor. Hatta yarısını bitirmek için biraz sabır gerekiyor bile diyebilirim. Sonraki yarısı daha güzel ve heyecanlı ama.

Filme gelirseeek... Oldukça olumsuz eleştiri falan var film hakkında ama ben beğendim. Zaten hayatımda ilk defa IMAX 3D formatında film izlemişim ve o da Hobbit'ken hiiiç çamur atamazdım. Yediremezdim yani kendime. Ama fırsatı olan da bu formatta izlemeli kesinlikle. Hatta ülkemizde HFR 3D olsa onda izlerdim bir şey yapıp. Amma lakin ki mukadderat, bizde teknoloji paraşütle düşen jeton gibi olduğundan belki bizden sonraki nesil izler o formatta. Abarttım sanki biraz, evet.

Filmin açılışını, açılış zamanlamasını, Erebor tasvirini, müziklerini, kitap dahilindeki bilgiler haricinde genel olarak Silmarillion ve Bitmemiş Öyküler'deki genel bilgiler ile harmanlanmış sahnelerini vs. çok beğendim. Üç saate yakın bir süresi var ama dokuz saat de olsa gıkım çıkmadan oturur izlerdim. O kadar zevk aldım yani, varın gerisini siz anlayın.

Son olarak 'iyi de bu kartallar ne ayak, niye her istediklerinde gelmiyorlar ya da son durağa kadar taşımıyorlar' şeklinde bazı sorular görüyorum nette. Bunun için de klasik olarak şu cevabı vermek istiyorum: bunu bilen liseli değildir! Ağır olmuş olabilir ama okumak o kadar da zor bir iş değil, okuyup öğrensinler bir zahmet.

Şimdi işin yoksa ikinci film için bir yıl, son film için de ondan sonra altı yedi ay daha bekle. Ha sıkıntı ya, darlatıyorlar insanı. Bir de üç filmin yayınlanmasının ardından çıkmasını bekleyeceğimiz genişletilmiş versiyonlar... Oooof off!

Dipnot: Martin Freeman'dan on numara bir Bilbo Baggins olmuş ama bence biraz daha ne bileyim esprili, yerinde duramayan birisi olabilirdi. Sanki bizim bildiğimiz Bilbo daha bi fırlamaydı. :)

Son Dipnot: Bilmece oyunundaki Gollum performansı için Andy Serkis'e çok ama çok büyük sempati ve saygı duydum. Öyle böyle değil.

2 Ocak 2013 Çarşamba

Ah Be Barış Abi

Bir iki yaş daha büyük olmayı sırf senin o güzelim programlarını izleyerek büyümüş çocuklardan olmak için isterdim be Barış abi. Ama olsun, şimdi de arşivler var. Yine izliyoruz. Hem zaten o zamanın adam olacak çocukları adam oldu, ben bile büyüdüm. Bizi adam ettiğin için hepimizin adına bir teşekkür etmek istiyorum sana.

Bazı insanlar unutulmuyor işte. Sabah ayaz mı ayaz iken işe giderken dilimizde sen varsın. Can bedenden çıkmadıkça unutamayacağımız da sensin. Sen iyi ki gelmişsin bu dünyaya. Seninle doğan her yeni güne merhaba!

Bir insan nasıl renkli veya orijinal olur deseler aklıma ilk gelecek insansın ayrıca. Bugün sen bir kez daha doğdun, iyi ki doğdun.

Şimdi bizler gamzedeyiz, kara sevdalıyız, ve bizden öte olanların da farkındayız. Ben gömlek giymeyi sevmem mesela ama sırf kol düğmesi takmak için bile giyerim belki birgün. Sonra belki fırsat olursa birgün de Gesi Bağları'nda dolanırım, belli mi olur?

Şimdi sen yoksun ve bizler simsiyah bir gecenin koynunda yapayalnız bekliyoruz. Birgün dönecek dönence, biliyoruz.


Dipnot: Her ne kadar aslında 19 Aralık doğumlu olsam da nüfusta Barış abimle aynı güne yazılıyım. Bu benim adıma mutlu olmak için çok büyük bir fırsat ve ben de o fırsatı değerlendiriyorum. Doğum günün kutlu olsun güzel insan, hep hatırlanacaksın.

Dipnot 2: Yazıyı uzatıp bozmamak adına bahsedemediğim bir sürü şarkı var ve bunun için de içim pek rahat değil. Ama önemli olan niyet, değil mi? :)