30 Kasım 2014 Pazar

Efkardan Başlığı Unutmuşum

Moralim bozuk.

Sevdiğim birini yolcu etmeyi bilmiyorum, sevmiyorum. Sesim değişiyor, gözlerim doluyor hemen. Ayrılıklar zor. Haksızlık bu. İnsan neden yaşayacağı tek hayatta istediği zaman istediği kişilerin yanında olamıyor? Bu mudur yani zekamızın geldiği son nokta? Evrile evrile buna mı evrildik, gelişe gelişe buna mı geliştik, ola ola bu mu olduk? Valla bravo!

Yeni bir düzen kurmak bile bu kadar zor değil. Bir aydan fazla oldu tek başıma yaşıyorum. Aslında altı üstü iki üç hafta tek kalabildim ama sevdim böylesini. Evimin her şeyi benim, her yeri benim. İstediğim saatte, istediğim şekilde, istediğimi yapabilme özgürlüğüm var. Amma lakin ki sadece bir akşam bile birisiyle kalsam takip eden ilk yalnız akşamımda volta atıyorum evde.

Neler düşünmedim ki kendimi ikna etmek için. Lan işte ne güzel, özlemini çekeceğin sevdiklerin var şeklinde duygu sömürüsünden rahat mı batıyor arkadaşım diye tehdidine kadar neler düşünmedim. I ıh, yok arkadaş, yemiyor. Benim morali sıffır sıffır sıffır sıffır! Nalet olsun.

Halbuki yarına bir şeyim kalmayacak ama bu seferlik bunu yutmak istemiyorum. Belgelemek istiyorum. Onun için ellerim klavye üzerinde gezinmeye devam ediyor. Omurilik çalışıyor.

Bu arada evet, yeni bir evim var benim artık. Ufak bir çatı katı, tam bana göre. Tavanı alçak, boyu boyuma uygun ev yani. Çok da sevdim. Ciddi düşünüyoruz. Şuralarda bir yerde odamın ki kendi aramızda biz oraya yaşam alanım diyoruz, fotoğrafı olması lazım. Film izlemek için bir televizyon alma düşüncem epeydir vardı. Gerçek oldu. Bir de hep hayalimdi, sallanan sandalye istiyordum en ahşapından; onu da bir güzel insan sağ olsun hediye etti; ancak bu fotoğrafta çıkmamış. Çekimser biraz.

AMA BENİM MORALİM BOZUK! NEDEN? ÇÜNKÜ RAHAT BATIYOR!

Sakinim. Biz bizeyken iki sesimizi de yükseltemeyeceksek ne anladım o işten? Misal, şu anda Göksel arkadan yardırıyor İçime Sinmiyor diye. Kendine eziyet etme konusunda bir dünya markası olabilirim bu gidişle. Bu yaptıklarım da hiç içime sinmiyor ama ilerleyen zamanlarda kendime ayar vermek için bunları da yazmalıydım.

Sonra? Sonrası Allah kerim. Çamaşır attım, onları asacağım. Bulaşıkları yıkayacağım. Hahaa, bayağı bildiğin ev kadını oldum lan ben. Bana yemek yapmayı da öğrettiniz mi olaylar olaylar... Aslında yemek yapmakta bir şey yok da ben tek başıma yemek yiyemiyorum. Atıştırmalık dediğimiz yiyecekler ya da en fazla çorba. Mesela kendime normal yemek yapsam yerken canım sıkılır. Sanki yemek birisiyle yenilmeliymiş gibi bir düşünce var bende. Yalnız yenmiyor azizim.

Geçen gece kardeşimle Mary and Max'i izledik tekrar. Böyle güzel bir film olamaz. İzleyin efendim, izletin; sevin bu filmi.

Not almayı unuttuğum başka bir konu kaldı mı? Hımmm... En kısa zamanda Kayıp Zamanın İzinde'ye başlamam lazım. Atı alan Üsküdar'ı geçmiştir şimdiye. Değil mi sayın at sahibi? (Burayı gerekli kişi üstüne alınacaktır, lütfen siz şeetmeyin.)

Yılın en güzel ayına başlamamıza saatler kala cümlelerime son veriyorum. Malum, evin işi bitmiyor. :)

Hadi kalın sağlıcakla.
 

20 Kasım 2014 Perşembe

Henry Miller - Yengeç Dönencesi

Dobra bir kitapla yine karşınızdayım; dobra, sert, açık sözlü, net, dümdüz. Otobiyografik özellikler taşıdığını göz önünde bulundurursak Henry Miller'ın en azından belli bir dönem tam olarak hayatı yaşadığını, hissettiğini söyleyebiliriz.

Paris'te bir Amerikalı olarak anlatmış Miller olanı biteni. Zaman mevhumu pek yok. Zaten bu kitaba bir kurgu demek bence çok doğru da değil. Gerçekten de daha çok biyografik, otobiyografik bir eser. Tabii ki kurgu izlenimi veriyor ama o kadar olur.

Esasında bana sorsanız bu kitabı tavsiye eder misin diye direkt savunmaya geçerim 'yaa işte oku tabii de ne bileyim, falan filan' diye; kıvırırım, mırın kırın ederim, ipe sapa gelmem, hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım. Sebebi de mezhebimin bu kadar geniş olmaması. Bu kitapta bu durum cinsellik için geçerli belki; ancak benim açımdan bir yazar derdini daha edebi anlatabilecekken bu kadar açık seçik anlatınca olmuyor. Yani en başta sıkılıyorum. Ne bileyim, mesela anesteziyi anlatan bir kurgu okusam da aynı şey geçerli olurdu. Sürekli bağırsaklarını şöyle yırttı attı, kalbini damarlarından kopardı gibi ifadeler çok sert olurdu, değil mi? Hah işte, bu kitabın sevemediğim yanı o oldu. Sebebini pek bilmiyorum ama henüz hiç okumamış olmamama rağmen insanların yazdıklarından yola çıkarak diyebilirim ki ben Hakan Günday okuyunca da pek beğenmeyebilirim. Ön yargıya gel...

Kitap süresince karakterimizin çektiği özellikle maddi sıkıntılar ve bunun getirisi olarak açlık teması süper işlenmiş yalnız. Zaten beni rahatsız eden gereksiz sertliğini bir kenara bırakırsak harika tespitler ve cümleler barındıran bir eser olduğunu söylemem lazım. Her şeyi geçtim bir insanın kafasından geçenleri okuyorsunuz ki bu bence okura yeni bir bakış açısı kazandırmak, yeni bir insan tanıtmak gibidir. İlk defa tanışacağınız birisi bu kafada bir birey olursa 'aa, ben bu adamı tanıyorum ya' güveni oluşturur insanda. Kitap okumayı sevme sebeplerimde başa oynar bu düşünce.

Velhasılıkelam, Yengeç Dönencesi nevi şahsına münhasır bir kitap. Herkese tavsiye etmiyorum. Kendine güvenen, ben yeniliğe açığım diyenlere daha çok hitap ediyor. Bilin yani. Ondan sonra yok Mustafa'yı da adam bildik de beğendiği kitabı okuduk falan olmasın. Üzmeyin beni. Ben de insanım.

Hadi kalın sağlıcakla.