18 Nisan 2013 Perşembe

İhsan Oktay Anar - Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri

Efendim, yine güzel bir İhsan Oktay Anar eseri ile karşınızdayım diyeceğim ama hangi eseri güzel değil ki? Ah, bilemezsiniz, ne kadar mes'ud'um.

Yan tarafta kapağını görmüş olduğunuz bu güzide kitap her ne kadar ondan önce yazılmış olan Puslu Kıtalar Atlası ya da Kitabl Hiyel kadar sürükleyici ve merak ettirici olmasa da kurgu ve her şeyin birbiriyle iç içe olması açısından en az Puslu Kıtalar Atlası ile yarışabilir, bence tabii. Çok iddialı konuşmuş olmak istemem ama kurgusu gerçekten çok sağlam.

Bir Anar klasiği olarak kara mizah kendini bazen öyle gösteriyor ki kitabı kapatıp gülüyor insan. Karakter isimleri, olayların betimlemeleri ya da genel tespitlerin ifade edilişi vs. derken kitap geçip gidiyor.

Konusu kısaca şu: Ete kemiğe bürünmüş profesyonel bir işçi var karşımızda: Ölüm! Bir de Cezzar Dede'miz var. Ölüm, Uzun İhsan'dan borcunu(!)(bu arada evet, yine Uzun İhsan) tahsil etmek için onun peşinden giderken Cezzar Dede'yi de beraberinde götürüyor. Çünkü onun da Ölüm'e borcu var. Ufak bir anlaşma yapıyorlar. Anlaşmaya göre de önce konu seçip, sonra da o konuda birer hikaye anlatıyorlar. Her hikaye Cezzar Dede'nin borcunun da bir saat ertelenmesi demek.

Konu bu. Ama İhsan Oktay Anar okuyanlar bilirler ki onun kitaplarında konu aslında çok da ön planda olmaz. Önemli olan birbirine girmiş ilişkiler, cümle arası göndermeler, işte böyle acayip bir sürü şeydir genelde. Anlatılabilen kitaplar yazmıyor zaten. Sadece onun kitaplarını okumak için Türkçe öğrenir insan, o kadar diyeyim.

Bu arada kitapta tarihteki kişi ve olaylara (isim vermeden tabii) o kadar bariz göndermeler var ki tarif edemiyorum şimdi. Ama Midas'ından tutun Superman'ine, Kırmızı Başlıklı Kız'ından Kont Dracula'sına, hatta Freud'una kadar birçok kişi ve olay gözünüze çarpıyor. E, sonra da gülüyor insan ister istemez.

Ölüm ve Cezzar Dede dörder taneden toplamda sekiz hikaye anlatıyorlar birbirlerine. İçlerinde hacca gitmeyle alakalı bir tanesi var ki öyle böyle beğenmedim. Tabii dört erkek ve dört kız kardeşli bölümdeki tellak da var. Onu da unutmayalım.

Uzun İhsan'ı Ölüm'den kaçış yolculuğunda kurtaran karakterler ise kitap ilerledikçe insanın ağzını açık bırakıyor. Çok seviyorum böyle 'ooohaaaa!' dedirten kitapları. Kurgu derken kastettiğim de buydu zaten. Çok fena gaza gelmiş durumdayım şu an sanırım.

Daha fazla uzatmadan kitapta altını çizdiğim birkaç alıntı ile huzurlarınızdan ayrılıyor ve kitabı okumanızı tavsiye ediyorum. Hoşça kalın.
  • Artistik ve ahlâki değerlere asırlar boyu bir türlü erişemedikleri için bunlar uğruna bir ömür harcamayı enayilik olarak gören ve güzelliği üretmek yerine onu para, şiddet ya da kurnazlıkla elde etmeyi fazilet sanan insanların ülkesindeki okullarda, en az rağbet gören ve pek ciddiye alınmayan bir ders de resimdi.
  • Duvarlarda putperestlerin resimleri vardır. Pek meymenetsiz baktıklarına göre, topunun da büyü konusunda birer üstat olduğu belliydi.
  • Bir yılı aşkın süredir zirvede yaşıyordu. Ancak zirveler yaşamak için değil, erişmek için olmalıydı.
  • Suyu değil, sanki kendi aksini içen adam, bütün ilmini unutmuş, ama sonuçta kendini bilmişti. Bu ise onun bilmesi gereken, zaten yegâne şeydi.
  • Hayatını değil, insanlığını isteseydim elbette korkardın. Ancak bu güzel hediye sana sonsuza kadar verildi. Onu senden geri almam mümkün görünmüyor. Bu bakımdan sen de benim gibi ölümsüzsün. Fakat birçok kişi için, insan olmanın zevkini ve keyfini çıkarmak değil, hayatı sürdürmek ve korumak daha önemli görünüyor. Ne pahasına olursa olsun yaşamaya çalışmakla, doğrusu çok büyük bir mutluluğu kaçırıyorlar. Acı ve ölüm korkuları onları yönetiyor. İşin kötüsü bu korkuya Tanrı diyorlar. Oysa dünyayı korkuyla değil, bir insanın gözüyle görselerdi, Tanrı'yı görmüş olurlardı.
  • Nizamettin'de ise, Celalettin'deki derin iç dünyası yoktu. Bu yüzden, hakikî bir erkekte olması gerektiği gibi hayata gerçekçi, yani boş boş bakardı.
  • Bir güderi parçasıyla saat başı sildiği gözlük camları ne kadar temiz olursa, gözetlediği insanlar da bu sayede o kadar pis olabiliyordu.
  • Birinin huzurunu kaçırmak için onu bilmediği bir şeyin var olduğuna inandırmak yeterliydi.
  • Her insan ancak bilmediği şeyden korkar. Korkusunu yenmek için bilmek ister. Fakat bilmesi için araması gerekir. İşte, din de bu arayış değil midir? Bununla birlikte, eğer insan bir şeyi arıyorsa, onu bulmuş ve ona kavuşmuş da değildir. Kavuşamadığı şeye erişmek için van atar. Eh! Bu da aşktır işte! 

1 Nisan 2013 Pazartesi

Şaka Değil, Gerçek

Bilmeyenler için kısaca bahsetmem gerekirse Trabzon'un Yomra ilçesine bağlı Özdil Beldesi vardır sevgili insancıklar. Hah işte, ben oralıyım. Hani askerde sorulunca Oflu arkadaşlar ben Trabzonluyum değil de direkt Ofluyum derler ya, biraz o misal oldu ama olsun.

Her neyse... Eğitim hayatımın büyük bir kısmını kendi köyümde (belde evet ama köy deyince daha kolay oluyor) okudum; lisenin sonuna kadar. Evet, köyümüzde lisemiz var ayıptır söylemesi.

Efendim, biz köy ahalisi zaten gidiyorduk lisemize. Çevremizdeki köylerden gelen arkadaşlar da vardı haliyle. Ama bir de pansiyonumuz vardı. Yani bayağı dışardan gelen arkadaşlarımız vardı. Liseyi yatılı okumak için gelinecek çok süper bir yer gibi görünmemiştir bence onlara Özdil ilk geldiklerinde. Bazı arkadaşlarımız vardı mesela 'abi ne bileyim, Trabzon deniz kıyısıdır diye yazdık; nerden bileyim buranın denizden 16 km. içeride, dağların arasında bir yer olduğunu' dediğine şahit oldum sıkça. Ne günlerdi ya, böyle yazınca özlemiş kadar oldum.

Hala net bir noktaya varmış değilim, farkındayım ama acelem yok.

Şimdi düşününce bana hala tuhaf geldiğini fark ediyorum aslında. Yani mesela ben çıkıp da sallıyorum Konya'da lise okumaya gitmek ister miydim? Ne düşüneceğim, nasıl düşüneceğim? Kafam basmazdı bir kere o zamanlar. Ben ki ilköğretimin sonunda girdiğim ve o zamanki adı yanlış hatırlamıyorsam Devlet Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavı olan (ismi bile çile gibiymiş yemin ediyorum) o sınavlara ne için girdiğimi tam bilmeyen biriydim. Yani sınavlara giriyordum ama bir nevi hobi olarak. İnsan canı sıkılınca soru çözer mi arkadaş? Ben çözüyordum. Rasyonel sayılarda mesela hiçbir soru kitabımda eksik soru yoktur. Hastalık gibi bir şeydi herhalde. Sonra işin içine türevdi integraldi, böyle daha güzel konular çıkınca soru çözmez; daha çok düşünür olduk. Böylesi de güzel.

Daha fazla abartmadan bu yazıyı yazma sebebime geleyim en iyisi. Bu kadar uzattım ki belki sıkılan olur da gider. Milleti oyalamayayım. Ha, bunun için yazıyı kısa da tutabilirdim ama zevzek kişiliğime ters ve kendimle (zevzekliğimle) barışık bir insanım. Onun için Özdil'deki bu arkadaşlardan devam ediyorum.

Bu arada en sevdiğim kız ismi Özlem'dir benim. Bilin istedim. Niye bilmiyorum, gerçekten. Hayatımda böyle sorgulamadan net karara vardığım şeyler var. En sevdiğim erkek ismi de Mustafa'dır mesela. Resmen bana sorup da koymuşlar ismimi küçükken.

Şimdi içimizdeki zeki arkadaşlar Özlem isminde bir arkadaştan bahsedeceğimi anlamışlardır. Hah işte, Özlem diye bir arkadaş da vardı bu dışardan gelen arkadaşlar arasında. Şehir dışı değil ama. Gerçi böylesi daha ilginç. Aynı şehirde okuyacaksan o kadar zahmete ne gerek var arkadaş? Şaka şaka Özlemcik, kızma. Bir dakika! :)

Benden daha zeki bir insandır kendisi ama eşit ağırlık sınıfındaydı. Biz sayısalcılar için büyük kayıp... İlginç de bir insandır, şaka kaldırır. Daha önemlisi şaka yapar mesela. Kendisiyle dalga geçebilen insanlara oldum olası saygı duymuşumdur. Bir de mesela Özlem'i somurtkan bir ifadeyle gördüğümü hiç hatırlamıyorum. Sonuç olarak kendisi şaka gibi bir insandır; yani güldürür, neşelendirir.

Bugün senin doğum günün Özlemcik. Gitmesek de görmesek de, pardon, aramasam da sormasam da orda olduğunu bilmek güzel. Bak, gece gece işi gücü bıraktım bunları yazdım. Neden? Çünkü bu saatte arasam beni dayaktan gebertirsin. Bu saatte aranır mı insan hiç? Lütfen yani, görgüsüzlüğün lüzumu yok. :)

Biraz delilik her zaman iyidir. Onun için hep böyle kalmanı diliyorum Özlemcik. Bu söylediğim de dayaklık ama olsun. Dövemeyeceğin bir mesafede olmanın getirdiği rahatlık var bir kere üstümde.

Mutlu mutlu bir sürü yeni yaş diliyorum sana son olarak. Doğum günün kutlu olsun, daha güzel nice mutlu senelere. :)

Okuyucuya Not 1: Şimdi köy dedim, falan dedim, filan dedim ammaaa bizim lisemiz (Özdil Çok Programlı Lisesi) gayet başarılı bir okuldur. Yanlış olmasın. Kanıt arıyorsanız siiviimi yollayabilirim. :)

Okuyucuya Not 2: Şimdi kimse gelip de bana yok efendim bana niye yazmadın böyle bir yazı falan demesin. Adın Özlem'di de yazmadım mı? Erkeksen hiç şansın yok zaten. Benim adım da Mustafa olduğu için birisine Mustafa diye seslenemiyorum. Kulağıma çok saçma geliyor.

Kendime Not: Sonum hayrolsun inşallah.