17 Ekim 2012 Çarşamba

İstanbul Benden Büyük

 Ay bayılazaaam...

Neler neler oluyor sayın seyirci bir bilseniz. Atraksiyon (ne biçim kelime lan bu?!) desen var, heyecan desen var, arkadaşlar desen var, eğlenmek desen var; hepsiiii aazz sonraaa!

Cuma akşamı milli maça gittik arkadaşlarla toplanıp. Çanakkale'den sonra toplanmak için güzel bir organizasyon oldu. Çanakkale'den gelen ve fikir sahipleri olan Caner bebeeem ve BEYTULLAH MEHMET KOYURTGAN (isme gel yalnız, di mi (: ) ikilisine sonsuz teşekkürler. Şimdi gelen herkesi tek tek sayamayacağım; sen ben o, biz siz onlar diyelim kısaca.

Her neyse... Şükrü Saraçoğlu süper statmış, adamlara helal olsun dedim. Tribünler, özellikle kale arkası tribünleri, süperdi. Ama maç çok iğrençti lan. O konuya hiç değinmeyeceğim o yüzden. Milli takım dediğin bir ülkenin en iyi oynayan adamları olur diye düşünmüştüm bunca sene hep. Anladım ki halt etmişim ben.

Kadıköy'den Yeniköy'e geldik sonra (oldum olası köylü zihniyetinde bir insan olmuşumdur zaten), bizim mekana. Zaten maça da burdan gitmiştik. Aynı gün içinde İstanbul'da bu kadar yol katetmek çok acayip bir deneyim oldu, bir daha yapmayı düşünmüyorum. Yapmayı düşünen varsa sevabına dövüp, aklını başına getirebilirim.

Maçı kaybettik malum. Maçtan sonra dedim hazır şoförüm BMK (yukarda ismine geldiğiniz şahıs, evet) arabasıyla burdayken beni neden Beyazıt'a, Sahaflar Çarşısı'na götürmesin? Bazen böyle çok parlak fikirler üretebiliyorum, ben de şaşırıyorum.

Planlar yapıldı ve şoförümüz BMK, ben, Simgecan ve Chen buluşmak üzere sözleştik. Peki, buluşabildik mi? Evet. Peki, zamanında buluşabildik mi? Tabii ki hayır! İstanbul'da o dediğiniz şey imkansızmış, onu öğrenmiş olduk. Aksini öneren varsa dayak teklifim hala geçerli.

Sahaflar Çarşısı... Lan?! Bu ne?! Hayal kırıklığına uğradım resmen. Sen adı İstanbul olan şehirde adına Sahaflar Çarşısı dediğin mekan yapıyorsun ve ufacık bir yer oluyor burası, öyle mi? Ama ben hep kocaman bir alan beklemiştim. Gerçekten hayal kırıklığı oldu yani, bi daha da gitmem! :) Yalnız Karadeniz Kitabevi'ndeki abi işi aşmış ya, kitaplar hakkında bilmediği yok herhalde. Kendimi cahil hissettim. :)

Asıl macera bundan sonra başladı aslında. Bir buçuk saatlik bir rötara sebep olan bir 'arabayı otoparktan alıp gelme' durumu oldu ama burda anlatıp heybetli insan BMK'yi rencide etmeyeceğim. Hayır, yapmayacağım! Hahaaa...

Bir şekilde Eminönü'nde buluştuk tekrar ve gittik taaa Yeniköy'ü de geçip Kireçburnu'nda bir mekanda balık yedik. Gençlik çok başka vesselam. :)

Veee pazar... Nispeten sakin ama en bi güzel günlerimizden birisi oldu. BMK ve Caner kankamla Kireçburnu'na gittik tekrar. Çünkü neden? Çünkü Erdal Bakkal'ın önünde fotoğraf çekilmek için. Leyla ile Mecnun'un çekildiği mahalleyi gördük falan, entel insanlarız biz ya. Yapıyoruz böyle şeyler.

Sonra Beyto'nun (BMK yazmaktan gına geldi lan) önerisi üzerine Sarıyer'de adını şimdi unuttuğum bir mekanda su muhallebisi yedik. Su muhallebisi de pek bana göre bir tatlı değilmiş, neyse.

Kaç gündür taslak halinde olan işbu yazı görsel eksikliğinden şimdi yayınlanıyor, tarihe not düşmek isterim.

Yazıyı bitirmeden önce şunu da belirtmek isterim ki Çırağan Sarayı harbi saraymış yani. Çok ama çok acayip bir yer olsa gerek. Hani ben dışarıdan görmüşken bu kadar etkilenmişsem içine girsem ne olurdu kim bilir?!

İşte böyleyken böyle sevgili okur. Gittim, gezdim, gördüm, tattım, geldim, yazdım. Sen de git, sen de gez, sen de tat, sen de gel, sen de yaz, biz de okuyalım. Paylaşmak güzeldir.

Hoşça kal.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder