12 Ocak 2015 Pazartesi

Marcel Proust - Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde (Kayıp Zamanın İzinde, #2)

Bu seriye bayılıyorum. Edebi kaliteden taviz vermeksizin kendimden geçerek Balbec'in sırtlarında okudum adeta bu kitabı ben. Yer yer kapıyı pencereyi kapatıp istirahate çekildim, yer yer at arabasıyla kır gezilerine katıldım, yer yer konserlerde coştum eğlendim. Ama en önemlisi aşk, mutluluk, mutsuzluk, ilişkiler, kıskançlık gibi konularda müthiş tespitler okudum. Bu seriye bayılıyorum.

Adını hala öğrenemediğimiz (hiç öğrenemeyecek de olabiliriz bu gidişle, biliyorsanız da söylemeyin ama lütfen) anlatıcımızın gençlik dönemindeki hisleriyle düşünüp kendi yağımızda kavruluyoruz bu eserde. Büyük laflar etmiş gerçekten Proust. Zaten belli sayfalarda yapmaktan hoşlandığı bir şey var. Mesela bundan yıllar sonra zaten göreceğimiz gibi tam da burada anlattığımız gibi olacak gibisinden cümleler kuruyor. Kendi eseri içerisinde kendisine referans veriyor adam, hem de ilerideki kitaba. Deli ediyor beni. Çatlayacağım bu gidişle meraktan. Hızlı da okunmıuyor ki bir an önce bitsin.

Ama yok, bitmesin bir an önce. Çünkü yedi kitaplık bu seri bittiğinde tahmin ediyorum ki bir kitaptan beklenti katsayımın değerini (şu anda uydurdum ama bence güzel bir katsayı oldu), bariz şekilde yukarı çekecek. Çok daha dolaşırım buralarda hey gidi Kayıp Zamanın İzinde diye. Ben de henüz okumadığım kitaplara ancak bu kadar referans verebiliyorum işte. Aramızdaki farkı görün.

Roza Hakmen'e yine bir paragraf ayırmak ve bir önceki yazıda söylediğim bir konuda hakkını teslim etmek istiyorum. Evet benim gibi cahil ama geç olsun güç olmasın insanları, 'smart'ın İngilizcede giyim kuşam bakımından 'şık' gibi bir anlamı da varmış. Baktım, öğrendim. Aslında bizde ona daha çok 'jilet gibi (cilet gibi de dendiği olur)' denir. Demek ben ondan şeedememişim ilkin. Ehem...

İlk kitap Swann'ların Tarafı ve ikinci kitap Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde ilk olarak 1913'te basılmışlar. Serinin bir sonraki kitabı olan Guermantes Tarafı ise 1920'de basılmış. Son kitap Yakalanan Zaman ise 1927'de yayımlanmış. Hani biraz önce dedim ya ileriki kitaplara bariz atıflarda bulunmuş diye, hah işte, ben o dönem yaşasam kafayı yiyebilirmişim. Sanırım şu anda Buz ve Ateşin Şarkısı serisinde de aynı durum söz konusu. O yüzden onu okumuyorum, bekletiyorum. Ama o seri çok daha akıcı ve olaya dayalı olduğu için unutulabilir. Kayıp Zamanın İzinde'yi isimler haricinde unutmak pek olası değil gibi geliyor bana. Çünkü her şey fikir gibi. Vay arkadaş, adam ne yazmış be. Bi çay koyayım bari...

Aklıma gelmişken söylemek istediğim bir şeyse şu: kitaptaki isimlere taktım sanırım ben biraz. Bütün kız isimleri sanki aslında erkekmiş gibi geliyor kulağıma, Albertine mesela. Fransızcaya aşina olmamamdan mı kaynaklı acaba bu durum?

Genel olarak Marcel Proust ile ilgili olarak da şunu eklemek istiyorum. Olanı biteni, her şeyi, yalansız dolansız anlatmış adam. Hayatını kendi eliyle deşifre etmiş. Proust diyorum çünkü kendi hayatından izler taşıdığı biliniyor zaten kitabın. Ne kadar kısmı kurgu olduğu beni çok bağlamıyor şu anda. En derindeki lafların hepsinin kendisiyle de bir şekilde alakası olduğuna inanıyorum. Takdire şayan bir cesaret örneği bana sorarsanız.

Kitap yine altı çizilecek uzuuuun alıntılarla dolu. Şu anda bendeki kitabı eline alan birisi okumamışım da boyama kitabı olarak kullanmışım diye düşünebilir. O derece. Cümleler vs. uzun olduğu için işaretlemeye bir başladı mı insan, kalemin ucu bitiyor neredeyse. Ama kısa ve vurucu ifadeler de yok değil. Belli bir kalıbın adamı değil Proust. Her türlü yazmış. Ben bir iki tanesini buraya not almak istiyorum kısa olanların:
  • Zeki insanların rahatsızlıklarının dörtte üçü, zekalarından kaynaklanır.
  • Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki, bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran, başlangıç noktasına geri dönmeye zorlayan bir yüzey bulur; işte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, kendi sevgimizin çarpıp geri dönüşüdür; bizi gidişten daha fazla etkilemesinin, büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir.
  • Gün içinde sahip olduğumuz zamanın miktarı esnektir; hissettiğimiz tutkular bu zamanı genişletir, hissettirdiğimiz tutkular daraltır, alışkanlıksa doldurur.
  • Hayatımızı bir insana göre kurarız, artık onu hayatımıza kabul edebileceğimiz an geldiğinde, o insan gelmez, sonra bizim için ölür ve biz de sadece onun için hazırlanmış olan şeyin içine hapsolup yaşarız.
  • Bir odaya eşyaları dikkatimiz yerleştirir, alışkanlığımızsa onları kaldırıp bize yer açar.
  • Fotoğraf, gerçeğin bir kopyası olmaktan çıkıp bize artık mevcut olmayan şeyleri gösterdiğinde, yoksun olduğu haysiyeti bir ölçüde kazanmış oluyor.
  • Elstir, insanın, idealinin gerçekleşmesini sadece düşüncenin gücünden beklediği gençlik çağını geride bırakmıştı.
Sırada serinin en uzun kitabı var. Herhalde onu da bir, bir buçuk ayda falan okurum. Okumayınca yazmıyorum, blog ıssız kalıyor. Eee, ünlü bir düşünürün de dediği gibi: her şeyin bir şeyi var. Çok şaapmamak lazım.

Esen kalın efendim. Yol uzun, Guermantes tarafını yürüyeceğim bu sefer. Görüşmek dileğiyle...
 

8 yorum:

  1. Seriyi unutmuşum tekrar hatırlattınız. Teşekkür edeceğim edemiyorum, gözüm korktu. 3000 sayfa mı o seri? Seriye başlasam sene biter, en iyisi başlamayayım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sene öyle ya da böyle bitecek. Bari başlayın da 2015'te ne yaptın derlerse Kayıp Zamanın İzinde gittim dersiniz. En iyisi bir daha düşünün. :)

      Sil
  2. Kitabı okumaya cesaretim yok ama alıntıları okudum:)) Alıntılar için teşekkür ederim. Sevgilerimle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence günün birinde sen de artık daha fazla dayanamayacak ve başlayacaksın Eral Abla. Sevgiler... :)

      Sil
  3. Merak ettim, övgülerine çokça rastlarım bu serinin. Ömrüm vefa ederse bir gün ben de okuyacağım.
    Yorum için emeğinize sağlık diyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Umarım okuyacağınız günler yakındır.

      Sil
  4. Bu kitapta dikkatinizi çeken noktayı takdir ettim. İsimlerin kulağa hem kadın hem erkek ismi gibi gelmesinin tesadüf olmadığını, aynı şekilde de sizin Fransızcaya aşina olmamanızdan kaynaklı olmadığı savunuyorum. Deleuze'un "Proust ve Göstergeler" kitabından hatırlıyorum: Proust, "global ve özgün bir eşcinsellik değil de yerel olan ve özgül olmayan bir eşcinsellik"le karşımıza çıkar. Bu ne demektir, Proust global anlamda eril olarak belirlenmiş bir bireyin, bir kadında bulunabildiği gibi bir erkekte de bulunabilecek kısmi nesnelerle kendi dişil kısmını dölleyebileceğini söyler; erkeğin kadında eril olanı ve kadının da erkekte dişil olanı aradığı bir eşcinsellik anlayışı söz konusu burada. Bu konuyu Deleuze'un söyledikleri ekseninde daha da uzatabiliriz ancak şimdilik bu şekilde özetleyebilirim. Deleuze'un kitabındaki şu cümleyle de noktayı koyabilirim:
    "Bu transeksüelliği, Proust'cu teorinin nihai düzeyi ve onun bölmelere ayırma uygulamasıyla ilişkisi olarak anlarsak, hem kullandığı bitkisel eğretileme aydınlanır hem de düşünüldüğü gibi Proust'un bir Albert'i bir Albertine'e çevirmek için kullandığı "başka bağlama oturtma" derecesi konusunda soru sormanın grotesk olduğu da ortaya çıkar..."

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teknik ve açıkçası beni aşan bir açıklama olmuş ama bilen birisi anlatınca anlaşılır olmuş. Teşekkür ederim açıklamanız için. Takdirinizi de kazanmışım, ne mutlu bana. :)

      Sil