Bu yazıya başlarken saat gece 01:25, bu yazı bittiğinde bu satır geçmiş zaman olacak (-di'li olanından).
Şu anda masamın üzerinde üç tane boş bardak var; ikisiyle çay, birisiyle Nescafe (fındıklı tabii ki, şaşmaz) içmişim. Mutfak çok uzak bir mesafe olduğu için şimdilik masamda ikamet ediyorlar. Yakında çay içtiklerimde yeşil yeşil küfler oluşmaya başlayacak, ben de o zaman zahmet edip mutfağa doğru uzun, zor, acı bir yolculuğa çıkacağım. Bardaklardan ayrılmak beni hep hüzünlendirmiştir. Böyle yazınca aynı etkiyi vermedi tabii.
Yine masamda iki elma var, evet, bildiğimiz elma. Yenmiş iki adet muzun kabuğu da aynı yerde. Bir iki ufak çöp bile var masada. Hatta parfüm şişesi ve gece lambası ile iki adet kitap, hard disklerim derkeeeeen ilginç bir şekilde fareyi oynatabilecek bir alan da mevcut. Aslında bir iki bir şey daha var ama yazarken bile bu kadar uzun sürünce artık daha yazmayayım dedim. Mesela kardeşim bu yazıyı okuyacak (evet yiiiğrım, sen (: ) ve bir dahaki telefon görüşmemizde bana artistlik yapacak. Gördüğünüz gibi geleceği görmek gibi mükemmel bir güce sahibim. Değerlendirmek isteyen olursa numaramı verebilirim.
Bu arada bitter çikolatamı unutmuşum, ters ters bakışından bir terslik olduğunu anlamalıydım. Aa pardon, ters ters bakan cüzdanım ve üzerindeki cep telefonummuş. Bunları okuyan masamın üç beş dönüm olduğunu sanabilir. Onun için belirtmekte fayda var; fiskos masa mı ne deniyor adına, yatağımın yanında bulunan öyle bir masa işte altı üstü. Bana sorsanız sehpa bile derim. Pek anlamıyorum böyle eşyalardan. Sonuçta hepimiz odunuz, değil mi? Ayrımcılığın ne lüzumu var?
Masamın üzerindeki eşyaların akıbetinden anlamış olmanız gerekeceği üzere yemeyi seven bir insanım. Belirtmek istedim. Yemek ısmarlamak isteyen olursa peşinen kabul ediyorum. Naz yapmayacağım, söz. Yemeği kendi yapan olursa ben dışarda yemek ısmarlayacağım hatta. (Harbi diyorum bak!)
Ne zevzek bir insanım arkadaş? Bu yazı nedir şimdi, ne gerek var buna yani? Halbuki ne güzel, nezih bir blog olmaya yaklaşmıştım son zamanlarda. Kitap yorumlarım falan... Şu hale bak!
İlköğretimin son üç senesinde ve lise birde (yani 6, 7, 8, ve 9 sınıflarda diyebiliriz) dört farklı Türkçe (lisede Türk Dili ve Edebiyatı'ydı tabii) öğretmenim oldu. İstikrarlı bir şekilde her yıl farklı birini getiriyorlardı. Hepsinin ayrı ayrı ve epey emeği vardır üzerimde. Hepsine şükran borcum var, hep de olacak zaten. Ama konumuz o değil. Zira bir konumuz var mı ondan da emin değilim ama bir dur, kafamı karıştırma.
Ne diyordum?
Şimbi biliyorsunuz Kompozisyon diye bir ders vardı ve bunun yazılıları çok acayip olaylara sebebiyet verebiliyordu. Her ne kadar bir fen bilimleri (sayısal) mezunu olsam da dil konusunda (genel olarak edebiyat da diyebiliriz) merak sahibi bir insanımdır. Neyse, bu kompozisyon yazma hususunda ne hikmetse hiç sıkıntı çekmezdim ama başlık bulmakta gerçekten sıkıntı çektiğim zamanlar olurdu.
Şimdi isim vermeyeceğim ama öğretmenlerimden birisi önce yazıyı yaz, içinden geleni üzgün ifade et, sonra başlığı koyarsın demişti. Evet, o tarihe kadar tam tersini yapıyordum hep! O gün bugündür de o zamana kadar yaptığımın tam tersini yapıyorum. Bilmem anlatbilebüldüm mü? (Vahit Emmi'yi özledim, ey gidi 7 Numara)
Blog benim olduğu için ara sıra böyle saçmalama hakkı tanıyorum kendime, mazur görün. Ya da görmeyin. Şu sıralar Atlas Silkindi okuyorum, ne düşündüğünüz umrumda değil! İşte bu ya, entel kişiliğim geri döndü. Şu anda yüzümde ne düşündüğünü belli etmez ama tuhaf bir şekilde karşısındakini etkilemeyi başaran güçlü ve sakin bir ifade var. Haaayıır, tabii ki romanın etkisi altında falan değilim. Ama o Francisco d'Anconia çok acayip bir adam, kesin onun başının altından acayip ve fevkaladenin fevkinde bir şeyler çıkacak. Bu arada bu ismi her okuduğumda aklıma Rosalinda ve bilumum Brezilya dizisi geliyor. Neden lan, neden?!
Pofff, gidiyorum ben. Önce bir başlık yazayım bari, sonra da ver elini blog. Selam ederim herkese.
Not: Saat 01:40 olmuş. Şimdiki zaman ama -miş'li geçmiş zamanla ifade ettim. Edebi yetenğimi görüyorsunuz, değil mi?
Not kısmını çok beğendim :) yetenek abidesi :)
YanıtlaSilHa yani, önceki yazdıklarım hiç olmamış! Bi yürü git yiiiğrım yaa. :)
Silsayın mustafa şahin yazılarını gerçekten beğenerek okuyorum. tebrıkler. basarılarınızın devamını dılıyorum. ahuahua :) merakla rosalında resmı ne alaka dıye beklıyodum cvbımı aldım.:):)
YanıtlaSilçok ananonim oldum sevdm bunu :):) yorumlarıma devam edıcımmm
YanıtlaSilVay arkadaş, kendin yazdın kendin oynadın resmen. Allah razı olsun, ne diyeyim? Ben de başarılarımın ve yorumlarınızın devamını diliyorum o halde sayın Adsız. :))
SilHayatın kaynağını okudun mu ??
YanıtlaSil''Tuğla gibi kitapları'' ender şahsiyet.Sırf bu kitabı okudugun için afilli teşekkürler.Yazı deteyına hiç girmiyorum bile :))
Yok, ilk kez bir Ayn Rand kitabı okuyorum. Gerçi kitabın önsözünde kendisi bu kitap Hayatın Kaynağı kitabımın uvertürü niteliğindedir demiş zaten. Elimde o olsaydı önce onu okurdum o yüzden ama yoktu, ben de Atlas Silkindi'ye başladım.
SilBir kitap okuyarak teşekkür kazandıysam ki öyle görünüyor, bu elde ettiğim en güzel teşekkürlerden birisi olur. Ben teşekkür ederim o yüzden. :)