27 Ağustos 2015 Perşembe

Haydi Abbas, vakit tamam

"Tüm çiçekleri kopartabilirler ama yine de baharın gelmesini engelleyemezler." (Pablo Neruda)

Senin adın Frances olsun, yakıştı Ha? Ne dersin? Yakıştı yakıştı.

2015 çok kötü bir yıl oluyor. Kendi adıma daha yolun yarısında bile değilim. Ama ip koptu. Ellerim paramparça ama en azından artık ip koptu. Bundan geriye iyileşmek kaldı. Sanırım o dipsiz kuyunun dibini gördüm. Korkuyorum. Ama inanmak istiyorum. Başka çarem yok. Biz buna zorunda kalmak diyoruz Frances, senin de bildiğin gibi.

Üstü Kalsın'ı 1 Eylül tarihi ile yayınlarken düşündüklerimle şu anda olanlar arasında uçsuz bucaksız bir çöl var. Üstü bile kalmadı. Masamda daktilo çıktısı var bu şiirin. Korkunç. Ama işte en azından ip koptu.

Dışarıda birilerinin senin hayallerini yaşadığını bilmek çok zor Frances. Her insan bundan şikayetçi esasen. Ama işte çok sevdiğin birisi, kopmak zorunda olduğun birisi bunu birileriyle yaşarken ve bunu bilirken insan çürüyor. Halbuki çürümenin bi öncesi olgunlaşma. Orada durabilse, durabilsem...

Büyümek ve güçlü olmak bana göre hep içi biraz boş kavramlar oldu Frances. Benim için her zaman çocukluk daha güçlü bir kavramdı. Çünkü bende eksik olan o. Herkes kendinde olmayanı arıyor. Kendinde olanın bilincinde olan çok az. İşte bu bilinç, farkındalık ve zorunluluk... Bunlar lanet kavramlar... İnsanlar ne çekiyorsa bunlardan çekiyor.

Bu arada, bunu okuyan herkes, eğer elleriniz cebinizde ağır ve sakin adımlarla zahmetsizce yürüyebilecek kadar sağlıklıysanız benim hayallerimi yaşıyorsunuz. Kıymetini bilin. Ne yazık ki suçlayabileceğim hiç kimse yok. İşte zorunda olmak biraz da bu. Neyin zorunda olmak? Onu da siz bulun.

Hayat çok, çok, çok; ama gerçekten çok tuhaf Frances. Öylesine bir kararla, gerçek bile olmayan, sanal bir alemde yazdığın birtakım lafların birilerine takılması, o kişilerin gerçek olması, gerçek olduğunu bilmek ama sesinin rengini dahi öğrenemeden (kesin açık mavi yalnız, gökyüzü gibi) geçen bir hayat... Sanırım ben bundan, daha doğrusu buradan sıkıldım.

Bazı insanlar ne kadar şanslı olduklarını bilemediler, geçmiş birtakım insanlar. Umarım günümüzde yaşayan bazı insanlar bunun farkındadırlar. Gerçi sahi, şans diye bir şey var mı?

Sana hayatında hiç kimse çıkıp da 'tanıdığım en güçlü insansın' dedi mi Frances? Bana dedi. Ben ona inandım. O cümle şimdi çok uzak bir tarihte kalmış olsa da anlamı çağlar boyunca sonsuzlukta yankılanacak.

Nispeten yakın bir tarihte denk gelmiştim bu yazının başındaki söze. Ben de öyle düşünüyorum. Ancak lanet olsun ki çiçekleri kopartacak birileri ya da bir şeyler hep var ve olacak. Bu mudur yani güçlü olmak? Evet, tam olarak bu. Bu söze inanan herkes güçlü. Ben inanıyorum.

Müsaadenle Frances, biraz da kendimle konuşayım, bir parçamla belki de (See you in another life brada').

Rekürsif Düşünce, 4 Ocak 2011'de çıktık yola. Çok bağlandım lan sana. Allah kahretmesin ki istikrarlı da bir insanım, düşmedim yakandan. Ama artık sen bile ağır geliyorsun bana. O kadar dolusun ki, benim gibi oldun. Her şeyi içine atıyorsun. Senin yüzünden kendimi ifade edemez oldum. Omzumun üstünden beni izliyorsun sanki. O kadar önemlisin ki benim için, o kadar bağlandım ki bana zarar veriyorsun. Kendim olmama engel oluyorsun. Bırak beni artık, düş yakamdan.

Ve ben, Mshn, yeterince güçlüysem Rekürsif Düşünce'den bile vazgeçebilirim. Ama öncesinde kendi hakkımı vermeli, gerekirse kendimi de yerebilmeliyim.

Ben, bana hiçbir zaman vaat edilmeyen o aydınlık geleceği karanlık bir umutla beklemeye devam ediyorum. Artık bu hayatın, hayallerini gerçekleştirmeyeceği kişilere daha zengin bir hayal gücü verdiğini biliyorum. Bunun sonucu olan bitmeyen bir keder ('vasıfsız keder' belki de) ve beraber yaşamaktan fiziksel bir varlık halini alan boşluk hissi oluyor. İfadesiz bir yüz oluyor biraz da. Çünkü ne kadar güçlü olursanız olun neşenizi kaybedince olan bu: ifadesiz bir yüz. Bulacağım, inadına!

Bu yıl içerisinde öğrendiğim bazı şeyler var. Pes etmekle vazgeçmenin, sabırla tahammülün farklı şeyler olduklarını öğrendim mesela. Ama bunları anlatacak mecalim kalmadı.

Yakın bir tarihte A'mâk-ı Hâyal'in yazısında bahsetmiştim. Orada geçen ve mutluluğun formülü olduğu iddia edilen üç madde vardı: hayatı olduğu gibi kabul etmek, yüklerinden razı olmak ve elinden geleni yapmak.

Üçüncüsü cepte, tüm ömrümce kendimden eminim ki elimden geleni yaptım. Allah'ın izniyle yapmaya da devam edeceğim. İkinciye bu gece itibariyle başlıyorum. İp koptu çünkü. Birincisi, ah işte bu birincisi çok zor. Çok zor lan bu. Ah!

Ben hiçbir zaman kendimle o kadar barışık olmadım ki! Nasıl olacak o? Bilmiyorum. Ama olmak zorunda. Onu biliyorum. Demek ki olacak. Çünkü bu yıl öğrendiğim şeylerden birisi de bir şeyi başarmak istiyorsanız en kestirme yolun onu başarmak zorunda olmanız gerektiği. Demek ki hayatı eninde sonunda olduğu gibi kabul etmeyi de öğreneceğim; ancak bunun ne kadar zaman alacağını bilmiyorum.

Ve tüm bu gevezelikler tam da bu yüzden. Yeter! Ben, hayatı olduğu gibi kabullenme mücadelemi vermeye gidiyorum. Ne kadar süreceğini bilmiyorum. Hayatımda gerçekten çok derinden yaşadığım duyguların içinde çok şükür ki pişmanlık yok, sanırım onu da buraya veda ederek yaşayacağım. Hahaa, pişman olacağım. Pişman da olayım çünkü! Anlıyor musunuz?

Başlığı 27 olacak bir yazı ile dönebilirim belki. Ama çok erken be. Olmaz ki. 27. Ah ya, 27 lan.

:)

Burada yol ikiye ayrılıyor. İki yolun da tabelasını vereceğim birazdan. Ben ne tarafa gideceğimi biliyorum. Siz de biliyorsunuz. Sen de biliyorsun Frances ve sen de Rekürsif Düşünce. Tabii ki sende yol ayrımı demek alıntı demek. O zaman hadi kalın sağlıcakla güzel insanlar. Belki, söz vermiyorum ama belki bir gün gene gelirim. İki alıntı, bir yol ve kucak dolusu sevgiler...

1. Edip Cansever
"Ve yürürlükten kalkmış bir sözü tekrarlıyorum: sevin ki her şey olur
Sevin ki her şey olur

Olmuyor, biliyorum."

2. Ahmed Arif
"Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni."


14 yorum:

  1. Rabbim hayırlı kapılar açsın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Amin, Allah razı olsun acemi blogger, çok teşekkür ederim, gerçekten.

      Sil
  2. Aylardır bakmıyormuşum bloga, tesadüfen aklıma geldi ve girince karşılaştığım manzaraya bak! Buralar okunacak mı bilmiyorum, neler olmuş/oluyor anlamıyorum ama tutunacak bir şeyler elbet çıkar insanın karşısına, ben de bunu öğrendim bu hayatta. Umarım güzel cümlelerinle tekrar gelebilirsin buraya, o zamana kadar her şey yolunda gitsin. Çok sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Nazlı, güzel dileklerin için. Neler olduğunu anlamama konusunda ortak bir noktamız var desem yeridir. Çetrefilli konular. Sonra, belki...

      Sil
  3. yirmiyediiiiii. yirmiyedi. tamam. bir kaç yıl sonra yirmiyedi yaşımda olacağım ne var yani bunda! yirmisekiz yıl yaşamış herkes yirmiyedi yaşında olmuştur. cıkcıkcık!!
    neyse, yıl olmuş 2016. hala tebessüm eden birisi var mı bakalım))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hiçbir şey anlamadım be Adsız, hahahaa. :)) Ama haklısın, yirmi sekiz yıl yaşamış herkes yirmi yedi yaşında olmuştur. Ha, sorsalar ben şimdi yirmi yedi yaşındayım. Olayı nedir? Valla tırt yani, hiçbir olayı yok. Hani müzisyen olsam kulübe girmek için bir atraksiyon yapayım derdim ama yok yani, o da yok. Nalet olsun.

      Neyse, yirmi yedi olmadı da diyelim yirmi sekiz oldu, o da olumlu. Hem boru mu, yirmi sekiz dediğin mükemmel sayı. :)

      Sil
  4. Gelmedi mi yeniden bir şeyler yazmanın zamanı? Hı?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gelmez olur mu geldi tabii! Pek özlediysek demek ki. Bir "kambek" yazısı gelsin bugün, yarın; veyahut yarından da yakın. O sizin bileceğiniz iş. Onu da ben mi diyeyim?

      Sil
    2. Onu da sen diyeceksin tabii ki Adsız, talep senden geliyorsa demek ki. Hiç yazasım yok, hem ne yazacağım, onu da bilmiyorum. Bir ara üşenmeyip de bloğun temasını falan değiştirmem lazım, bu haline yazacağıma neredeyse hiç ihtimal vermiyorum.

      Sil
  5. Belki talep benden değil de tüm okuyucularınızdan geliyordur efendim? Okumuyor musunuz bir şey, halbuki eskiden ne güzel okurdunuz, kabul edelim pek de güzel okurdunuz! Ha okumakla elinize bir şey geçmemiş olabilir, lakinki siz yazınca ben pek keyiflenir, çayımızı çekirdeğimi elime alır, bir yandan yazınızı okur bir yandan hayallere dalar bir yandan da çayımı hüpletirdim. Ne yapacağıdım, soğusun muydu o çay? Yazarsınız yazarsınız, ara verince yazasınız kaçtı herhal. Fakat bir yazın, gerisi çorap söküğü gibi gelir. Son okuduğunuzu yazın, son izlediğinizi yazın, halinizi hatrınızı yazın, havalar nasıl onu yazın, yazın bir şeyler. Bakın ben bu adsız halimle neler neler yazıyorum. Yazın daaa, daha ne diyeyim. Yazılarınızı özledim. Saygılar, bir adsız.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne kadar da dırdır bir Adsız. :p Anonim insanlarla konuşmak çok ilginç bir deneyim sevgili Adsız. Yeni bir yazı yazasım yok; ancak bu yorum bölümü de yeterince işlevsel olabiliyor.

      Okumakla elime bir şey geçmemiş olabilir, yani hakikaten elime hiçbir şey geçmemiş olabilir. Olabilir değil oldu hatta; çünkü okudukça elde avuçtakini kitaba vermiş oldum (zeki bir Adsız burada aslında elime fiziksel olarak kitap geçtiğini belirterek beni ezecektir). Ha, bundan gocundum mu? Hiçbir zaman. O kitaplarda günlük hayatta bu coğrafyada çıkıp tanıyamayacağım onlarca insan, hayat, aile, ilişki tanıdım. İnsan denen varlığı anlamaktan gittikçe uzaklaştım. Çünkü en başta kendimi hiçbir zaman anlamadığımı fark ettim. Şu son bir buçuk yıldır bu konuda biraz yol alabildiğimi ümit ediyorum. Ancak hala taslak aşamasındayım. Tanıdığım o insanlardan bir kısmını buraya yazmak isterdim aslında, eskiden olsa tabii yazardım ama bu kez elim gitmedi. Çünkü kimisini unutmak istedim, kimisini sadece ben bileyim istedim; kimisi bana çok yakındı, kimisi hiçbir zaman olamayacağım kadar uzak.

      Ama okumayı sevdim, seviyorum ve seveceğim diye de düşünüyorum. Bundan sonra neden değişsin ki? Yareppim, lütfen değişmesin, amin.

      Tanıdığım onlarca insandan birisi aslında hiç yoktu biliyor musun sevgili Adsız. Adu Agulilfo. Kendisi bir adet 'Varolmayan Şövalye'. Bir beden sahibi değil, safi bilinç. Bugüne kadar tüm kurgusal karakterlerinden öğrenmiş olduğumdan fazlasını ondan öğrenmiş olabilirim. Bence sen de tanımak istersin kendisini. Aranızı yapan kişi olarak benim de kulaklarımı çınlatırsınız artık.

      Şu hayatta böyle olmaktansa bir Agulilfo olmayı ne çok isterdim. Şimdi o kadar sıradan ve o kadar gelmiş geçmiş milyonlarca insandan farksızım ki vadem dolsa da gitsem diyorum. Sonra ufak bir an geliyor, yok ya diyorum, böylesi de epey anlamlı, ben iyiyim. Şu halimle zaten milyonlarcasından farklıyım. Bu bilgi tam işime yarayacakken bahsettiğim o ufak anın vadesi doluyor. Kalakalıyorum ortada öyle. Öyle işte... Bulşit! Boğaların dolaşım sisteminden küfür çıkarmış adamlar, bakın çok ilginç.

      (Nasıl, oluyor mu, yazabiliyor muyum acaba?)

      Sil
  6. İtinayla iç döktürtülür, fikir belirttirilir. Ne de güzel yazdınız. ARO. Agulilfo ile tanışma şerefine nail ettiniz beni, teşekkür ederim. Bir Agulilfo olsam keşke dediniz, siz blogunuza yazdığınız zaman bizim için bir nevi Agulilgo oluyorsunuz zaten, çünkü yazılarınızda fikirleriniz ve duygularınız oluyor bizim karşımızdaki. Kaşınızın, gözünüzün, gözlüğünüzün, cismi varlığınızın bizim için zerre manası olmuyor. Kim bilir, kimilerinin hayatında bir cümlenizle bambaşka yollar çıkartıyorsunuzdur öne. O kadar önemli bir şey yapıyorsunuz yazarak. Okuyun siz efendim, aydınlanın, ufkunuz dur durak bilmesin. Sizi illa da yazın diye sıkıştırmış olmak istemem, gönlünüzden ne geçiyorsa onu yapın, mutlu olun. Böyle de akıl verir gibi oldum. Uzayayım ben. AEO.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Allah senden de razı olsun Adsız. Anonim kişiliğine hürmetler...

      Sil