10 Şubat 2014 Pazartesi

The Stoning of Soraya M. (2008)

İki hafta kadar önce içinde izlemediğim filmleri tuttuğum hard diskimi yere düşürmek suretiyle bozdum efem. Oh oldu bana. Neden? Çünkü bende şu klasik 'güzeli sona ayırma' hastalığı var. Evet, ben de onlardanım. Gitti canım filmler, içim cız etti. Ondan sonra da nalet olsun bu aşka dedim, bir daha yapmıyorum arşiv marşiv.

Hal böyle olunca izleyeceğim filmleri daha özenle seçmeye başladım. Ama ne demiş atalarımız? Bir elin nesi var, iki elin sesi var (tıpkı birlikten kuyruk doğacağı gibi ama takdir edersiniz ki onun konumuzla alakası yok). Ayrıca akıl da akıla üstün olduğu için meczup'tan film tavsiyesi aldım birkaç tane. Hakkını vermem lazım, şu ana kadar boş yok resmen.

Şöyle bir filmin yazısına böyle saçmalayarak başladığım için korkarım ben de ufak çaplı bir taşlanmayı hak ediyorum. Gerçi sayın meczup gereken ağız payını verecektir diye umuyorum. Bu arada beni hayattan soğutmak gibi ince emelleri var olsa gerek böyle filmler önerdiğine göre. Bunların farkındayım. Bilgisi olsun.

Zevzekliği bir kenara bırakayım. The Stoning of Soraya M., sanıyorum ki Türkiye'de Soraya'yı Taşlamak adıyla vizyona girmiş zamanında. Hiç bilmiyordum kendisini meczup önerene kadar.

Freidoune Sahebjam'ın 1994 yılında çıkardığı kitaptan uyarlama bir filmden bahsediyoruz, yönetmeni Cyrus Nowrasteh. Birebir yaşanmış bir öykü izliyoruz ayrıca. Burası önemli. Aslında filmin başında yaşanmış bir öyküdür falan yazmasa da yaşanabilirliği daha doğrusu çokça yaşandığı (ne yazık ki) bilinen bir olayı onlatıyor: haksız yere recm cezasına çarptırılan bir kadın olan Soraya'nın son anlarını. (Bu satırları tekrar okuyunca fark ettim ki recm cezasını doğru buluyormuşum gibi olmuş, şahsen karşı olduğumu belirtmek isterim.)

Filmde yazar Sahebjam'ı Jim Caviezel canlandırıyor. Benim Caviezel ile ilgili bir önyargım var The Passion of the Christ'ı izledim izleyeli. Sanki onun olduğu her yapımda can yakıcı en az bir sanhe olmalıymış gibi. Ama bu kez benim dememe kalmadan filmin ikinci yarısında, tam olarak söylemem gerekirse bana göre Soraya'nın cezayı duyup odasında yalnız kaldığı anda fotoğraflara gözü iliştiği sahneden sonra, film gerçekten The Passion of The Christ gibi ilerliyor. Nasıl diyeyim, her anı uzun uzun, göstere göstere çekilmiş. Çok rahatsız edici; çünkü çok gerçek.

Bir iki sahne özellikle çarpıcı ama filmi izlemeyenler bunları duymak istemeyebilir. Onlar bu paragrafı okumasalar belki daha iyi olur. Yazıyorum bak! Birincisi, Soraya'nın hemen recm öncesinde kara çarşafını çıkarınca üzerindeki bembeyaz giysisinin göründüğü sahne; ikincisi, annesiyle hiçbir bağı kalmamış görünen erkek çocuğunun recmin ardından hıçkıra hıçkıra ağlaması, daha doğrusu ağlayan ilk çocuğun o olması. Sanki bir tane daha vardı aklımda ama unuttum ne yazık ki. Sağlık olsun.

Şimdi bu filmdeki Ali karakterini oynayan Navid Negahban'ı yolda görsem taşla peşine düşerim. Erol Taş'tan sonra en iyi kötü adam oynayan adam oldu gözümde bir anda. Sırf bu adam yüzünden sakal uzatmasam yeridir artık. Bu zihniyetteki insanların (filmdeki karakter olan demek istiyorum) hepsi bir anda yok olsa Dünya nasıl bir yer olurdu gerçekten çok merak ediyorum. Herhalde yeni kötüler üretmemiz gerekirdi. O kadar büyük bir değişimi ekosistemin bir anda kabullenebileceğine inanmıyorum çünkü.

Böyleyken böyle sayın seyirciler... Sıcağı sıcağına söylemek istediklerim bunlardı. Pek tabii ki yine atladıklarım olmuştur. Onları da meczup tamamlasın bi zahmet. :p

Hoşça kalın. (Burayı tekrar okuyunca da fark ettim ki çat diye bitirmişim yazıyı. Hep filmin etkisi bunlar. Kapanış konuşmasını yapacak beyinsel bölgem hala düzelmemiş demek ki.)

5 yorum:

  1. Hard disk için çok yazık olmuş, geçmiş olsun :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazık oldu ama haklıydı yani. Sen tut, güzelim hard diski çaat diye yere yapıştır. Ben olsam ben de çok bozulurdum.

      Teşekkür ederim. :)

      Sil
    2. Bozulmakta haklıymış :)

      Sil
  2. "İlk taşı günahsız olanınız atsın". Çok güzel bir film. Ama İslam adına leke getirmiş diye tartışanlar da var elbet. Ama bu islam değil tabi ki. Bir insan, bir toplum ne kadar da zalim olabiliyormuş demek ki. Bunu anlatmış en güzel recm sahnesinde. Ben orasını izleyemedim sonadek.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sona dek deyince aklıma geldi şimdi yukarıda unuttuğum üçüncü sahne. Recmin son sahnesinde yönetmen Soraya yerine seyirciyi koyuyordu, taşlar bizim üstümüze geliyordu ve ekran kararıyordu. Kötü oldum şimdi hatırlayınca yine.

      Bu arada benim sayemde sonunu da izlemiş kadar oldunuz sanırım. Belki de yanlış yaptım. Özür dilerim öyleyse.

      Sil