X-Men: Days of Future Past |
Şimdi, bu yazı büyük ihtimalle biraz uzun olacak. Çoktandır yazmıyorum ve aklıma ne gelirse biraz karman çorman da olsa anlatmaya niyetliyim. Anlatacaklarımı farklı yazılara bölüp insan gibi düzenli iş yapmaya üşendiğimden başlık da biraz değişik oldu. Olur gerçi arada böyle şeyler. Başlayalım bakalım.
Bilen bilir (ne kadar zekice bir başlangıç yaptım yine), vakti zamanında Hobbit'in ikinci filmi ve o geceki seyahatimiz konusunda epey bir gevezelik etmiştim. Bu olayın üzerinden geçen yaklaşık altı ayın ardından ekibi yine kurduk ve bu kez de dört gözle beklediğimiz X-Men'in son filmi olan Days of Future Past'a gittik.
Filmi çok beğendim. Bence tüm X-Men filmleri içerisinde en iyisi olabilir. Yani en azından bir önceki film olan X-Men: First Class ile yarışır, had biraz da X2 ile diyelim. Onun da açılış sekansı dehşet-ül vahşet idi.
Filmin konusuna falan hiç değinmiyorum. Gerek de yok. Hem zaten bilen bilir (bak gene!). Eski ve yeni kadrolar yan yana on numara olmuş, tüm oyuncular süper oynamış. Zaten film başlar başlamaz gaza gelip ilk 'oha'mı 21st Fox logosundaki X harfinin en son sönmesinde dedim. Özellikle bekledim daha doğrusu onu. Böyle ufak detayları seven adamların seveceği tipte filmler zaten bunlar. Mesela sen niye okuyorsun hiç bilmiyorum sayın sanatsal film düşkünü arkadaşım? Şaka şaka, sen de oku da haline şükret. İşte bunlar hep beyin, kafa, falan filan...
Her neyse, filmi geçelim. Ha, unutmadan, jeneriğin sonunu beklemeden çıkanlara da bir şey demiyorum. İşkillenin biraz, o yeter.
Emirgan Korusu'ndan... |
Yaman şoförümüz ve can dostumuz güzel insan Beytullah Mehmet Koyurtgan (aka Beyto) alacaklı gibi kapımıza dayandı. İnsan öyle kapı çalar mı lan? Sabahın köründe rahatsız ediyorsun. Ayıp denen bir şey var. Hayır yani bir de zayıflamış, bir deri bir kemik kalmış (115 kg), bir koysam geberik gidecek. Neyse ki insaflı tarafıma denk geldi de bir şey yapmadım. Hahaa, gerçi Beyto yanlışlıkla üstüme düşse düz asfalt olurum lan ben. Bu konuları çok şey etmeyelim o yüzden. Her şeyin bir şeyi var çünkü.
Kalktık, kahvaltımızı yaptık. Klasik olduğu üzere Sercan'ı alacağız. O niyetle evden çıktık. Hazır vakit varken Emirgan Korusu'na ufak bir kaçamak yaptık (tekrar okurken fark ettim ki kaçamak yaptık deyince burdan türlü türlü anlam çıkar, içinizin temizliğine bırakıyorum). Orayı da gelinli damatlı fotoğraf çekim ekipleri sarmıştı. Yani hesaplamadım ama herhalde metrekareye 0.15 gelinlik falan düşüyordu. Virgülden sonraki n basamağı aşağı yuvarladım bu arada. Emirgan Korusu'nu ilerleyen paragraflarda Atatürk Arboretumu ile kıyaslayıp öveceğim büyük ihtimalle. Emirgan Korusu'na gitme fırsatınız varsa ve hala gitmediyseniz bir an önce düşünün derim ben.
Pek anlaşılmasa da arboretum girişi |
Daha önce hiç gitmediyseniz kesinlikle gidip görmekte fayda var. Fakat açıkçası biz çok çok çok çok da hastası olmadık. Yani mekan süper ama Emirgan Korusu bence daha güzel. Gerçi bunlar da aslında hep zevk meselesi. Öznel konular, kırmayalım birbirimizi. Şimdi aklıma geldi, şöyle bir kıyaslama yapabilirim kendi adıma. Elime kitabımı alıp saatlerce oturup okuyacağım ve kafamı dinleyip huzur bulacağım mekan Atatürk Arboretumu ise gezip tozacağım mekan da Emirgan Korusu. Şimdi böyle deyince aslında arboretumun bana daha çok hitap ettiğini fark etmiş olabilirsiniz. Ben de kendi içimde böyle tutarsız, ipe sapa gelmez bir insanım işte. İdare edin.
Saat altı buçuk gibi arboretumdan ayrıldık ve Bahçeköy Caddesi üzerinden sahile indik. İner inmez solda bir benzin istasyonu var. Hemen onun yapışığında Pide Ban var. Hah işte! Burayı da yazın bir kenara. Karadenizli ve antika meraklısı bir işletme, tereyağlı kıymalıları meşhur ama ben sütlâçlarını aşırı beğendim. Masaların orasında burasında, duvar diplerinde antika telefon, radyo vs. dizili. Çok değişik ve hoş bir yer yani. Ayrıca buralarda bir yerlerde bir saat fotoğrafı paylaşmış olmam lazım. Aynısından ben de istiyorum diyecek bin kişi bulabilirim diye bir Facebook grubu kurabilirim.
Bildiğimiz göl, evet... |
İki buçuk gibi sinemadan çıktık ve ömrümüzün en uzun, ömrümüzün en kısa yolculuğunu yaptık; çünkü Sercan'ı eve bırakacaktık. Halbuki biz Sercan'ın bizde kalabilme ihtimalini sevmiştik. Ama o yok dedi. Hal böyle olunca şurdan şurası canım, ne olacak mesafesindeki Kartal'a gittik ve Sercan'ı bıraktık. Dönüş yolunda yılların usta şoförü Beyto E-5'i kaçırınca az biraz kaybolmuş sayıldık ama neyse ki kurtardık sonra. Yalnız dönüş yolunda Boğaz Köprüsü'nden geçip sahil boyunca gidelim dedik.
Arkadaş, gecenin mi sabahın mı hangisininse artık, saat dört buçuğunda bile bir yerde trafik olur mu? 15 dakika beklenir mi? Olur. Beklenir. Neresi derseniz, anahtar kelimelerimiz: Bebek, barlar, insanlar, insanlarımız... Detaylara girme gereği duymuyorum. Hem zaten fazla bir hayal gücü kullanmanıza da gerek yok bence. Bir gecede ikinci kez bağzı insanların yaşam tarzları hakikaten değuşuk diye düşündüğümü söylesem yeterli olur.
İşte o meşhur saat |
Bu arada üçüncü köprünün çalışmalarının olduğu bölgede gerçekten takdire şayan bir doğa katliamı söz konusu. Büyükşehir çalışıyor. Tebriculations!
Otlayanlar yakın arkadaşım olur (Rumelifeneri) |
Yalnız eve girince içimde şu hani memleketten dönünce eve girdiğinde insanın içinde oluşan bir his vardır ya, ondan olacak gibi olllldu; ama tam da olamadan gitti. Ben de açtım Buffy'den bir bölüm daha izledim ve ardından anılarımı düşünseline aktarayım dedim. Ortaya da bu doküman, pardon yazı çıktı.
Beyto, dikkat ettiysen arabadaki o boş muhabbetlerinden bahsedip insanları senden soğutmadım. Sonuçta oldukça severim seni. Ama dakika başı bunu da yaz, bunu da yaz dediklerini yazacak olsam Google, bloğum için veritabanı hizmeti altında para ister benden. Gerek yok yani. Ayrıca unutmadan, Radyo Voyage tercihinden ötürü seni tekrar kutluyorum. Kim bilir, belki birkaç sene sonra burayı okuyup efkarlanırız. Hey gidi zamanlar deriz. Demeyebiliriz de. Yok lan, demeyiz. Bizim senle ciddi muhabbet ettiğimiz nerde görülmüş? Bu arada siz niye okuyorsunuz burayı ya? Beyto'yla özel bir şey konuşuyoruz şurda. Özel hayata saygı denen bir şey hiç kalmamış arkadaş. Nys byt, bn sn snr arrm... :s
Rumeli Feneri |
Artık gelenekselleşti Beyto ile etkinliklerimiz. Bir üçüncüsünde tekrar birlikte olmak dileğiyle... Hoşça kalın.
Dipnot: Hoşça kalın derken bir yere gittiğim yok, sevinmeyin hemen.
Dipnot 2: Aslında daha fazla fotoğraf paylaşmak isterdim ama bir dahaki sefere kalsın o. Artık düzgün fotoğraf çekebilen bir telefon almamın vakti gelmiş. Ayrıca bizim gençlerin telif hakları sebebiyle onları da bu seferlik paylaşmıyorum. Telif haklarını alınca artık...
yalnız
YanıtlaSililla iphone alacam ben diye tutturacaksan bi dipnot: bi tuşu var o da
%85 ihtimalle 6 aya kalmaz bozuluyor. hani birdahaki yazıda da
telefonumun tuşu bozuktu falandı filandı yazman kuvvetle muhtemel
haberin olsun. this is a warning!
ha yazı mı, yazı güzel olmuş hoş olmuş. arkadaşlarla geçirilen hoş
zamanlar hoştur zaten)) tamaam, gittim))
Hımm, o zaman ben alayım iPhone'u ki sen haklı çık. Yoksa neyle eğleneceksin, di mi? :)
Silkonumuz benim eğlencem değil, saptırıyorsun. ama. neyse.
SilEvet, konumuz benim özgür irademle hangi telefonu almak istediğim. Hımm, sanırım yine iPhone diyeceğim. :))
Sil'özgür irade' kelimelerini görünce, haç çıkarılmış şeytan misali hiç etkilenmedim doorusu. Özgür irade mi? O da ne corç?
SilYani baskıcı rejimini kabul ediyorsun?
Silzaman
Silzaman olmakla beraber, çoğu zaman. evet tamam ama bu gündelik hayatımda
ne işime yarar dersen; hiç. gider alırsın iphone'unu bana da en son
kuzzur kut demek kalır))
Nihayet anlaştık. :))
Silanlaşmadığımız noktasında anlaşıyoruz evet.
SilEvet.
Sil