16 Mart 2015 Pazartesi

Marcel Proust - Guermantes Tarafı (Kayıp Zamanın İzinde, #3)

Nispeten uzun bir aradan sonra nihayet yeni bir kitabı daha bitirmiş olmanın haklı boşluğunu yaşıyorum. Özellikle kalın kitapları bitirince ister istemez boşluğun hacmi de artıyor. Kaldı ki Kayıp Zamanın İzinde de seri olarak çok yavaş ilerleyen kitaplardan oluşuyor. İnsanı biraz yoruyor demek de mümkün.

Serinin bu üçüncü kitabında anlatıcımızla beraber burjuva hayatının kılcal damarlarına kadar uzanan bir yolculuğa çıkıyoruz. Yalnız, anlatım ilk kez bu kitapta bu kadar detaylandı. Hani zaten detaylıydı, bu kez sanki birazdan fazla abartılmış. Bir balo yüz elli sayfa anlatılır mı? El insaf. Sayfa sayısını attım bu arada ama gerçekten uzundu. Bu baloda konuşanlar da genelde şecerelerden bahsettikleri için kitabın yarısı milyon tane isimden oluşuyor. İlk iki kitapta aklıma kazınmış isimleri unuttum neredeyse. Bu yönüyle acayip detaylı ve uzun anlatımlı bir kitap Guermantes Tarafı.

Fakat bu detayları okurken şöyle bir şey de geçmedi değil aklımdan: Bizim edebiyatımızda da böyle yakın (gerçi biraz uzaktan da başlaması lazım, bu kitapta atalarının izinden çok eski yüzyıllara giden karakterler vardı çünkü) tarihimizi bütün karakterlerin isimleri ve ilişkileriyle birlikte anlatacak bir eser olsa ne güzel olurdu. (Kardeşim belki vardır diyor ama araştırmaya üşendiği için kaale almıyorum)

Çeviri ve çevirmenin notları konusunda her zamanki saygı duruşumuzu da yapalım ve Roza Hakmen'in ellerinden öpelim. Ben okurken yoruluyorum. Kendisi gerçekten büyük insanmış. Vay arkadaş...

Kitap, dönemin sosyete hayatını, insanlar arasındaki ilişkileri temele alıp çok detaylı bir anlatım sunduğu için yukarıda da dediğim gibi yer yer sıkıldığım zamanlar oldu. Ancak benim asıl bahsetmek istediğim konu şu ki sosyete hayatı olsun ya da olmasın, o dönemde (sadece Fransa'da mı bilmiyorum) insanlar sanki kendileri değiller. Yani nasıl desem, herkes birbirinin yüzüne gülmekle o kadar meşgul ki kimse kendisi olamıyor. Ben mesela o toplantılardan birisinde kendimi hayal ediyorum. Gider piyanistin yanına otururum, usta helal olsun derim gibime geliyor. Sonra içimden geçeni de yirmi sayfa kendimi kasmadan sorarım yani şu bilmem nere prensesinin kızının bi çıktığı, görüştüğü falan var mı diye. O dönem insanların kanserden ölüm oranı epey yüksek olsa gerek. Çekilir dert değilmiş sosyete olmak. Şu anda kendimi şu sahneyi izler gibi hissediyorum:


Okurken en etkilendiğim kısım ise anlatıcımızın babaannesinin ölümü ile ilgili olan yaklaşık otuz sayfalık kısımdı. Burası gerçekten kitap içinde kitap gibi olmuş, değişik olmuş, etkileyici olmuş, kabul edelim ağır olmuş.

Tabii ki kitabın altı çizili bir sürü yeri var. Lakin takdir edersiniz ki onları Marcel Proust bir kere yazmış, bir de burada ben yazmayayım. Sadece bir tanesinin fotoğrafını paylaşayım ve huzurlarınızdan çekileyim. Anlaşalım. Burdan bütün Mlle, Mme ve M. de İnsancıklar'a selam ederim. Hoşça kalın.


2 yorum:

  1. Merak ediyorum, okumak istiyorum ama gözüm korkuyor yıllardır. demek o kadar korkacak bir şey yok?

    yalnız bir baloda "bilmem nere prensesinin kızının bi çıktığı, görüştüğü falan var mı diye" soran birisini hayal edip gülmek çok eğlenceli :)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hahaa, değil mi ya? :)

      Dürüst olmak gerekirse ki gerekir, ikinci kitap bu kitaptan çok çok daha güzeldi. Bunda, özellikle yarıdan sonra sülaleler boyutunda bir anlatım olduğu için sıkıldım ve yoruldum epey. Vazife gibi görüp bitirdim. Fakat tabii ki Marcel Proust okumak insana bir şeyler katıyor bence.

      Umarım yakın bir tarihte başlayabilirsiniz.

      Sil