İsmi güzel, kendi bahtsız bir Dostoyevski eseri. Kitaptan çok kitabın yazım süreci ilgimi çekti desem yeridir. Ama önce kitaptan bahsedelim biraz.
Birinci ağızdan Netoçka Nezvanova'nın (tekerleme gibi ya, ne güzel) hayatını okuyoruz. Önce vefat eden babasından kısaca söz edip annesinden ve üvey babası Yefimov'dan bahsediyor. Yefimov çok ilginç bir karakter. Aslında ilginç değil de tam Dostoyevski karakteri. Bir derdi var ve bunu açık etmekten korkuyor. Korktuğu için de hayatını kendisine zehir ediyor. Yefimov içten içe dünyanın en iyi kemancısı olduğunu düşünen birisi; ancak eline keman alamıyor. Güvenemiyor, korkuyor çünkü beklediği kadar iyi olmadığın fark etmekten. Kendinden kaçıyor yani. Sonra ne oluyor? İçkiye vuruyor kendini. Tüm yük annenin omuzlarında. Sefalet diz boyu. Kitabın, daha doğrusu Netoçka Nezvanova'nın hayatının ilk bölümü bitiyor.
İkinci bölüm daha rahat gidiyor. İlk bölüm safi bunalımdı. Okuyorsunuz ve kitap bitiyor bir yerde. Çok bir olayı yok aslında. Ama bitişi bir final değil. Bitmemiş olduğu o kadar belli ediyor ki kendini. Eee, Dostoyevski dedikleri bu muymuş deyip atar insan kitabı yani. O derece yetersiz bir bitiş. Ama?
Ama en başta da dediğim gibi yazım süreci çok ilginç bu kitabın. 1849'da Dostoyevski bu kitabı yazarken, bu noktaya geldiğinde daha doğrusu o meşhur sürgününe gönderiliyor ve kitap kalıyor öyle. Yayınevi basıyor yine de. Ancak Dostoyevski sürgünden sonraki hayatında tekrar eline alıp bitirmiyor Netoçka'yı. Kalsın diyor öyle. Nedenini bilemiyorum. On yıl süren sürgününden dönüyor ve ı ıh diyor, kalsın. Halbuki edebiyat çevrelerince Netoçka Nezvanova'nın Dostoyevski'nin ilk romanı olduğu (olabileceği) şeklinde bir kanı var. Ama bu haliyle Dostoyevski, romanlarını sürgününden sonraki döneminde yazmış oluyor.
Bunun benim için önemi nedir? Dostoyevski'nin ikiye bölündüğünü düşündüğüm yazın hayatının ilk kısmını Netoçka Nezvanova ile bitirmiş oluyorum. İkinci döneminde artık Dostoyevski'yi, yani dünyada kime adı söylense kafalarda canlanan Dostoyevski'yi okuyacağım. Bu işi biraz fazla büyütüyorum, farkındayım. Ama edebi haz buna değer.
Bu arada, unutmadan, bu kitabı da yine Varlık Yayınları baskısı ile, yani Nihal Yalaza Taluy çevirisi ile okudum. Klasikleri okurken çeviri ölümcül olabiliyor, malum. Gerçi söz konusu Nihal Yalaza Taluy olunca gerisi hikaye. Sanırsınız ki Dostoyevski kitaplarını Türkçe yazmış; öyle bir yetenek, öyle bir başarı.
Sürgünden sonra yeni Dostoyevski ile tekrar huzurlarınızda olmak dileğiyle efendim, hoşça kalın.
- Öyle tipler vardır ki, kendilerini haksızlığa uğramış, ezilmiş hissetmeye, bundan herkese dert yanmaya, değeri bilinmeyen yeteneklerine gizliden gizliye hayranlık duyarak avuntu aramaya bayılırlar.
- Düşünüyor, durmadan düşünüyordum. Ama henüz olgunlaşmamış dimağ içimdeki kederin, kuşkuların üstesinden gelmeye yardım edemiyordu.
- Amacına ulaşmak için hiçbir şeyi hor görme. Tam ulaşamazsan bile dene; belki başarırsın... Hepimizin güvenimizi bağladığımız şu 'belki' hiç de azımsanmayacak bir umuttur.
kitap değil herhalde ama alıntılar çok güzelmiş, ne zamandır istiyorum blogunu okumayı , okuyamadığım bütün postları okuyabilecek miyim bakalım:D
YanıtlaSilNe kadar güzel olmasa da Dostoyevski en nihayetinde, muhakkak bir şeyler çıkıyor. Blog sizin efendim, rahatınıza bakın lütfen. :)
SilDostoyevski'nin okuyup aklımda kalmayan tek eseri bu. Üstelik çok uzak bir tarihte okumadığım halde:((
YanıtlaSilAmaaan, kalacak da ne olacak Eral Abla? Varsa yoksa buhran, sıkıntı, sefalet. :))
Sil