diye soruyorum bazen kendime. Yok yok, sormuyorum. Genelde böyle düzgün Türkçe cümlelerle düşünmem ben. Daha çok 'şunu da okusam, bunu da okusam, şunu da kaç zamandır okuyacağım, ha sıkıntı, of pof...' şeklinde ifadelerle yolumu bulmaya çalışıyorum. Hiç öyle resmi konuşmam kendimle. Neden kitap okuyorum diye sorar mı insan kendine hiç, ben sormam.
Ama biri sorsa bana neden kitap okuyorsun diye, hah işte o zaman böyle içimde ufak bir ben diyeyim Katrina siz deyin Sandy cinsinden bir kasırga patlıyor. Meursault'nun dediği gibi, insan bazı şeyleri anlatabilecek yeterlilikte olmuyor. Daha çok 'öyle işte' onlar. Kitap okumak da 'öyle işte' olanlardan.
Ülke olarak zaten pek kitap okuduğumuz söylenemez ama blog yazan arkadaşlar olsun, yakın çevremden tanıdıklarımdan olsun deli gibi kitap okuyan ve kitapları seven bir sürü kişi de var. Yani güzel şeyler de olmuyor değil. Fakat sıkıntı şu ki okumayanlar okuyanları neredeyse suçlayacak kadar .......(boşluğu uygun kelimeyle doldurunuz). Onları şimdilik bir kenara ayırıyorum ve asıl konuya geliyorum. Neden kitap okuyorum?
Konuşmayı severim, hele kafa dengi biriyle saçmalamayı çok severim. Ama insanın çevresinde her zaman böyle insanlar olmuyor. Olsa da insan işte, işi çıkıyor falan filan derken kalıyorum öyle. Tam olarak bir yalnızlık olmasa da buna ufak çaplı bir sessizlik diyebilirim. Kafamın içindeki sesler hariç tabii.
Böyle zamanlar için en kral yardımcı, dayanak ve de dost kim peki güzel insanlar? Tabii ki kitaplar değil, kitapların içindeki adeta yaşayan karakterler. Evet, benim kitap okumamdaki en ama en büyük (çoçukça abartma isteği) neden onlar: sessiz dostlarım.
Ne zaman istesem ordalar, ne zaman istesem kendileri olarak ordalar. Hiç elalem hakkımda ne düşünür demeden, sen de bir susmadın demeden, abi çık gez bak ne güzel börtü böcek falan demeden ordalar. Raskolnikov, Meursault, Bay C, Auguste Dupin, Çalıkuşu Feride, cümleten Pal Sokağı Çocukları, Don Kişot, Sirius Black, Remus Lupin, Severus Snape, Gandalf, Raif Efendi, Martin Eden, Uzun İhsan Efendi, Halit Ayarcı, Hayri İrdal, Jean Valjean, Zeze, Nicholai Hel ve şimdi aklıma gelmediği için ayıp ettiğim bir sürüsü; hep ordalar. Ne zaman istesem, ne anlatacak olsam ordalar.
Edip Cansever, Orhan Veli, Cemal Süreya ve niceleri hep yanımda. Böyle bir arkadaş çevresi dışarı çıkmakla kazanılabilir mi? Terbiyemi bozuyorum ve cevap veriyorum: nah kazanılır!
Neden bilmiyorum ama kalabalığı hem kelime (kaba gibi bir şey, hiç hoş değil) hem de anlamı açısından hiç sevemedim. Hatta şöyle bir teorim var kendimle ilgili: ortamdaki insan sayısı arttıkça ben suskunlaşıyorum. Sıkılıyorum sanırım. O kalabalıkta yalnızlığı seçiyorum. Zaten oldum olası muhalefet ruhlu birisi gibi hissetmişimdir kendimi. Kalabalığı gördüm mü hoop tersine, yalnızlığa. Yalnız mı kaldım hooop, kimi rahatsız etsem. Bu yazıyı okuyan psikolog varsa çocukluğuma indirsin beni. Mümkünse de geri döndürmesin, kalayım orda (bunu yazdığı anda mesela, anında yani, sorumluluktan mı kaçıyorsun diye kendime muhalefet oldum mesela; tehlikenin farkında mıyım).
Bu arada çok ama çok alakasız bir şey söylemek istiyorum. Blog yazılarımı yazarken arkada her zaman Kitaro çalar, her zaman. Kitaro süperdir, dinleyin.
Tabii tüm bu söylediklerimden (hala ve de ısrarla) kitap okumak yalnızlıktır gibi bir anlam çıkarabilen varsa hiç durmasın, derhal kuantum fiziğine başlasın. Yemin ediyorum harcanıyor buralarda. Çünkü neden? Çünkü o kadar açıkladım bilakis kitap okuyunca eş dost sayısı artıyor diye.
Daha bugün aklıma ne geldi? Kitap karakterlerinin yaşadığı bir köy olsa; şu anda, dünyada! Mükemmel olmaz mı? Ne bileyim, düşünsenize mesela sokaktan geçerken Dr. B ile karşılaşıyorsunuz, at c3'e falan diyor yanınızdan geçerken. Sonra John Galt'ı muhtar olarak düşünün. Hahahaa, ulan koca John Galt'ı muhtar yaptım resmen. Edip Cansever'in şiirlerinde yer alan karakterlere özel bir mahalle tahsis edin sonra. Gandalf'la Dumbledore ihtiyar heyeti olsun, köyün sırtı yere gelirse ben de bir şey bilmiyorum. Knulp olsun mesela, evet Knulp, köyün gezgini olsun; o diyar bu diyar gezip köye havadis getirsin. Çocuk Kalbi'ndeki veletleri de sal sokaklara, mis!
Ucu çok açık, hayali bir yer işte sadece. Adı bile olmasın, ne gerek var. Şiirde geçen gitmeyip görmediğimiz köyümüz olsun orası bizim. Uzakta olsun yine şiirdeki gibi; bu dünyanın gerçekliğinden çok uzakta.
İşte bunun için seviyorum kitap okumayı. Bir sürü tanıdığım var sayelerinde. Beynimin kullanmadığım %1'inde onlara köy kurdum ben böyle. Onlar kullanıyorlar beynimin o bölgesini. Her bitirdiğim kitapta köyün nüfusu artıyor. Onlar mutlu, ben mesut...
Durum bu sayın seyirci. Bu yazıyı sen neden bir şey söylemiyorsun ya da neden konuşmuyorsun sorusuna sıklıkla maruz kalanlara ithaf ediyorum. Onlar benim gözümde en asil duygunun insanları. Zaten büyük ihtimalle çoğu da kendisini bu çağa ait hissetmeyen insanlar onlar; otobiyografilerini yazsınlar hemen köye alayım onları da. Eminim orda çok mutlu olurlar. :)
Epeydir böyle yazmıyordum, iyi oldu. Bir daha kim bilir ne zamana... Gidiyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hoşça kalın.
Kitap okuma eylemi ancak bu kadar latif ve naif anlatılabilirdi. Çok hoş bir yazı olmuş. Köyümüzdeki güzide karakterlerin hep artması dileğiyle.
YanıtlaSilSevgiler.
Evet, köy olarak anonimliğe de saygımız sonsuz. O yüzden teşekkürler Adsız, yorumun için. :)
Sil10 kişinin ortasında "sen hiç konuşmuyorsun yaa?" diyenleri de ayrı bir köye toplayabilir miyiz? Herkes aynı anda konuşur, anlamadan dinlemeden anlaşır giderler.
YanıtlaSilAslında ben de o soruyu soranlardan sayılırım ama yöntemim farklı. Konuşmayana dönüp 'abi iki dakika sus Allah aşkına yaa, bi susmadın lan' falan diyorum. Böyle geçinip gidiyoruz. Ama güzel bir noktaya temas ettin, onu atlamamalıymışım. :)
YanıtlaSilDün birisine kalabalıklarda kendimi iyi ifade edemediğimi, az sayıda insanın yanında daha rahat olduğumu söyledim, şaşırdı. Normalde insanlar tam tersini söylermiş. Ben birebir ilişkilerde iyiyim, kişi sayısı ortamda 4'ü geçince konuşamıyorum bile.
YanıtlaSilDemek daha çok okuyanların bir özelliği veya bu özellik bizi okumaya itiyor.
Normalde insanlar tam tersini söylermiş demek normal insanlar tam tersini söyler demek değildir, değil mi? Bence bizde bir anormallik yok çünkü. :)
SilBu arada blogunuzu çok beğendimi söylemek isterim. Kitaplar, diziler, filmler... Hafta sonu geniş geniş gözden geçirmeyi düşünüyorum.
şimdi, bu yazının benim yorumlarımdan
YanıtlaSilkurtulacağını düşünmemişsinizdir zaten. yok yani cidden
düşünmemişsinizdir, evet doğru düşünüyorsunuz.
neyse efendim başlıyım ben.
şimdi bu kitaro da neymiş ne değilmiş merak ettim. yorumum bitsin
bakacağım kendisine bir.
sonra efendim okuya okuya şu köye gelmiş bulunmaktayım nihayet. merak
etmiştim bu köy nedir ne değildir diye. ne imiş kendileri..
bu arada anonimlere saygınız varmış, yazılı bir şekide de görmüş olduk))
bunu biz de köye girebiliriz olarak algılıyoruz (yurdum insanıyız
işte)) tabiiki (he 100 kere okudum bu -ki yi ayrı yazabilenler ve
yazamayanlar olarak iki dünya olduğunu. valla bazen ayrı bazen bitişik
takılıyorum ben) diyorum bi CVmi göndereyim. yok bi arkadaşa bakıp
çıkıcam ben ya.
Köye giriş için CV lazım değil ama 'ki'lerin doğru yazımı konusunda bir mülakattan geçmeniz gerekebilir; o da sırf kendiniz kaşındığınız için. :)
Sil:D
YanıtlaSil