Belki de bu yazıyı ertelesem ve bir müddet sonra yazsam daha iyi olurdu; ancak dayanamadım. Hemen birkaç kelam etmek istedim.
Sanırım edebiyatımızda en çok alıntılanan eserlerin başında geliyordur Tutunamayanlar, bir o kadar da aslında kitapta olmayan ama varmışçasına paylaşılan Olric'li diyaloglar falan. Güzel bir eseri mahvetmenin güzel bir yöntemi, değer bilmez insanlarımıza teşekkürler.
Düşünün ki bir gün yazar olmaya karar vereceksiniz, belki de vermeyeceksiniz ama içinizden yazmak gelecek ve yazacağınız kitap Tutunamayanlar gibi bir kitap olacak. Bir 'ilk eser' Tutunamayanlar, gerçekten acayip düşünceler beliriyor kafamda. Hani herkesin bu başarıyı yarı şaka yarı ciddi Oğuz Atay'ın beynindeki tümöre bağlaması meselesi var, utanmasam ben de ondan diyeceğim. Normal bir kitap değil çünkü.
Neden değil peki? İçeriğinin yoğun olmasını bir yana bırakırsak şunu görüyoruz Tutunamayanlar'da: içinde neredeyse bütün edebi türlerde metinler var; deneme, kurgu, şiir, hatta tiyatro. Daha farklı alanlara da dallandırılabilir, çok genel hatlarıyla söylüyorum ben. Bir de kitabın başında Oğuz Atay'ın düştüğü 'bunların hepsi yaşandı' notu var. Her ne kadar yayınevi 'bunların hepsi çok büyük ihtimalle hayal, öylece varsayıp okuyun' dese de kitap bitince o ilk sayfalar tekrar bir okunup acaba dedirtiyor.
Tuhaf bir kitap aynı zamanda Tutunamayanlar, asıl baş karakteri olan Selim Işık aslında yok. Turgut Özben anlatıyor her şeyi (neredeyse). Gerçi kitabın daha ikinci cümlesi 'O zamanlar daha Olric yoktu' diye başlıyor. Kitabın önsözünde Oğuz Atay'ın belirttiği dağınıklığın bile bir düzeni olduğu belli oluyor sanki böylece. Sanırım Olric'den bahsetmeye gerek yok. Tutunamayanlar'ı okumamış çok fazla kişi büyük ihtimalle Olric'i duymuştur. Bu tip durumlara da inceden uyuz oluyorum ama yeri gelince ben bile yapıyorum. Halbuki içimdeki sese ya da başka bir deyişle vicdanıma göre Olric'den bahsedebilmek için bu kitabı okumak lazım önce.
Öyle sanıyorum ki kitabı okuyan çok fazla kişi Selim Işık'ın günlüklerini beğenmiştir en çok. Bu günlüklerde ben Aylak Adam havası sezdim biraz. Aylak Adam'ı okuduğum dönemde yaptığım bir araştırmada şöyle bir şey öğrenmiştim. Oğuz Atay, Tutunamayanlar'ı yazdığında bir kopyasını Yusuf Atılgan'a göndermiş hocam, biraz da sizden feyzalarak yazdım, olmuş mu gibisinden (çok ilkel tarif ettim, kabul ediyorum). Yusuf Atılgan kitabı okumuş, beğenmiş de. Ancak beğendiğini Oğuz Atay'a bildirmemiş bir şekilde. Oğuz Atay'ın da geri dönüş olmayınca morali bozulmuş o dönem. Zaten erken sayılabilecek bir yaşta da vefat etmiş. Daha sonraki yıllarda Yusuf Atılgan, kendisiyle yapılan bir röportajda bir nevi pişmanlığını dile getirmiş. Daha detaylı okumak isterseniz buraya bakabilirsiniz, ben de buradan öğrendim. Yazarına teşekkür ediyorum.
Kitabın özellikle anmak istediğim bir bölümü var: 15. kısım. Yetmiş yedi sayfalık, noktalama işareti içermeyen(gerçi oyunbozanlık etmek istemem ama bir tane üç nokta vardı bir yerde), tek bir paragraf . Bir günümü sadece o bölümü kesintisiz okumaya adadım. Çünkü takıntılarım var, ortasında bırakılabilecek bir bölüm değildi. Çok ilginç ve zor bir bölüm yalnız, kimin konuştuğu, kimin ne dediği, zaman dilimleri, hayal ve gerçekler... her şey birbirine girmiş durumda. Benim için de bir okur olarak ilk deneyimim oldu ama sanırım böyle pek kitap okumam hayatım boyunca. Herkes yazamaz yani.
Bu yazıyı bitirdikten sonra aklıma birçok konu gelecektir bahsetmeyi unuttuğum. Ama bu kitap üzerine kimse eksiksiz bir yazı yazamaz diye düşündüğüm için dert etmeyeceğim. Bu arada en çok bahsetmek istediğim konulardan birisi bunu deyince aklıma geldi. Ondan bahsedeyim hemen.
Tutunamayanlar'ın şöyle bir özelliği var: istediğiniz zaman istediğiniz bir yerinden açıp on beş dakika okuyup yerine geri koyabillirsiniz kitabı. Bu gerçekten mükemmel bir şey bence. Kitabın tamamı buna izin verecek şekilde yazılmış. Selim Işık'ın Şarkılar'ı mesela, günlükleri aynı şekilde... Bunu unutsaydım üzülürmüşüm gerçekten.
Bu arada Oğuz Atay'ı kendi sesinden dinlemek ve kendini görmek isteyenler için de şu videoyu buraya koymak istiyorum. İlerde benim için de bulması kolay olur hem.
Kimisine göre başucu kitabı, kimisine göre abartılmış bir kitap olan Tutunamayanlar maceramı da şimdilik sonlandırmış bulunuyorum. Öyle sanıyorum ki ben bu kitabı beş yılda bir falan tekrar tekrar okurum ya da canım sıkıldıkça açar açar Turgutçuğum Özben ve Selimciğim Işık ile dertleşirim. Beni unuttunuz mu efendimiz? Seni hiç unutur muyum Olric, sensiz olur mu? Sen ki her zaman hepimizin yanında olan en gerçek hayalsin.
Son olarak bir ricam olacak. Bu kitabı okumamış olan arkadaşlar, sizden rica ediyorum bu kitaptan ille de alıntı yapacaksanız en azından alıntılayacağınız yerin kitapta geçtiğinden emin olun. Kitaba, edebiyata, Tutunamayanlar'a, Oğuz Atay'a ve bizlere ayıp etmeyin. Lütfen. Şimdilik hoşça kalın.
Dipnot: Yaz Okuma Etkinliği de böylece bitmiş oldu. Yayında ve yapımda emeği geçen herkese teşekkürler.
Kitabı iyi bir şekilde anlamak için ara vermeden okumak lazım. Yoksa benim gibi olay neydi diye başa dönmek zorunda kalabilirsiniz :)
YanıtlaSilŞimdi ben yukarda istediğiniz zaman açıp on beş dakika okuyup tekrar geri koyabilirsiniz demişken senin bunu demen çok manidar oldu ama çaktırmıyorum; çünkü ikisi aynı şey değil. :)
YanıtlaSilBenim hayata olan bakış açımı değiştiren bir kitaptır. Bu yüzeden çok sevdim okuduktan sonra. Deli gibi bu yazıyı yazmanı bekliyordum. İyi ki de yazmışsın. Şahane olmuş. :) Ben de o noktalama işareti olmayan bölümü, eski Türkçe cümlelerini okurken zorlandım. Ama iyi ki okumuşum diyorum. Selim Işık'ın günlükleri beni anlatıyordu resmen ya. Öyle bir havası var o günlüklerin, herkes bir şey bulabiliyor. Oğuz Atay'ın hayata karşı duruşunu ve insanlara duyduğu yoğun öfkesini sevdim sanırım.
YanıtlaSilTeşekkür ederim o zaman, çok bekletmemişimdir umarım. :) İnsan ne de olsa her zaman biraz yalnız olduğu ve büyük ihtimalle de olacağı için herkes kendinden bir parça bulacaktır o günlüklerde. Ben öyle düşünüyorum.
SilBen kara mizahı çok sevdiğim için sanırım cümle aralarındaki alayları ve tespitleri çok ama çok beğendim. Mesela bir yerde apartman adresi bulma konusunda hani koordinatları bilen mühendis bulamıyor ama dedikoducu mahalle kadınları eliyle koymuş gibi buluyor gibisinden bir şey yazıyordu. Benimkisi o misal işte. :)
Bu yazı beni kitaba yeniden dönme konusunda cesaretlendirdi açıkçası. Yusuf Atılgan'la ilgili mevzuyu bilmiyordum. Üzüldüm doğrusu.
YanıtlaSilBen de ilk öğrendiğimde yazık olmuş gerçekten diye iç geçirmiştim. Bu arada sonbahar bu kitabı okumak için en uygun mevsim bence, umarım en kısa zamanda okuyabilirsiniz. :)
YanıtlaSilBu yorumu size 15.kisimdan yaziyorum. Kitabi okurken ara ara mola.verip internetten kitao.hakkinda bilgiler alip. Benim gibi dusunen var mi ben.ne hissediyorum ne anliyorum okudugumu dogrmu mu anladım acaba diye arastirirken rastladım yaziniza. Suan kafam persembe pazari gibi. Tiyatro salonunda oynanan bir mac.:) koca bir konser havasi enstrümanlar var. Herkese bir rol var konu cok dağılıyor. Kafayi yiyor insan ama beni rahatlatan tek sey yazılanlarin içsel konuşma hayal dünyasi olusu. Yani.bir insanin kafasinda neler oluyor nr içsel cinayetler isleniyor. Nasil kavgalar oluyor anliyorsunuz. Beni rahatlatan ve anlamami saglayan bunlarin cogunun kurgu hayal icsel konusma olmasi yoksa hemen kapatir cikar insan yani bir tiyatro sanesinde nasil mac yapacaksın. Orkestra ve mac bir suru farkli karakter aman allahim diyor insan ama insanin beyni açılıyor :))en guldugum bölüm metin ile turgutun raki masasindan geneleve varan muhammei olay nasil gelisiyor.nereye variyor anlamiyosunuz komik.ama.acikli bir anlatim umarim kitabi bitirdikten sonra intihar etmem. Ve surekli paylasilan olric'i ucuza getirmemek.lazim alin okuyun vr sonra havanizi atin hayatiniza bir daha boyle.kitap okimayacaksiniz.cunku sabir.edin
YanıtlaSilDediklerinizde haklısınız ama yine de kitap bitince intihar etmeyin canım. Ne gerek var?
Sil17. Bölümü bulamadım yaa
YanıtlaSil