Vaktin birinde nasıl olmuşsa hiç üşenmemiş, oturmuş Dünya edebiyatından bazı yazarların ve okumam lazım dediğim eserlerinin bir listesini çıkarmıştım. Zaten bu liste çıkarmak işi çok abartılan bir iştir, eminim neredeyse herkes yapıyordur. Sonra da okunmuyor o listedekiler, okunamıyor daha doğrusu. Araya bir sürü şey giriyor.
Ben de bunun bilincinde oluşturmuştum bu listeyi ve Bulantı'dan sonra o listemden okuduğum ikinci kitap Bir Kadının Portresi (The Portrait of a Lady) oldu. İlk defa bir Henry James kitabı okudum, yeni bir yazarla daha tanışmış oldum.
Kitabın ismini parantez içinde verdim; çünkü kadından anlamamız gereken aslında bence daha çok 'hanımefendi', kadın değil. Çünkü İngilizcede woman ile lady farklı iki kelime. Koca Henry James'in de bir bildiği olsa gerek ki Lady demiş, Woman ya da başka bir şey değil. Peki, bunu neden diyorum?
Çünkü lady dediğimiz kişiler, kitabın anlattığı dönem (19. yüzyıl) içerisinde çok güçlü kişiler. Yani hem kültürlü, hem zengin, hem o, hem bu gibi bir sürü özellikleri bünyelerinde barındıran ya da barındırdığı düşünülen kadınlar. Yani benim gibi iki sıfatı bir araya getiremeyen kişiler değil.
Bu kitapta James, aslen Amerikalı olan Isabel Archer'ı baş karakter olarak seçmiş ve onun özgür ruhlu karakterinin üzerinden bir kitap yazmış. Çoğunlukla Amerika ile İngiltere'yi, daha doğrusu İngiliz geleneklerini kıyaslamış. Bu şekilde kültürel bir önemi var kitabın, dönemin yaşayış koşullarına ışık tutuyor ve bize de diyor ki bakın o zamanlar bu işler böyle yürüyordu.
Bakın bu böyleydi derken cidden öyle diyor James, bu anlatım tekniğini çok sevdim. Mesela Isabel'in kafasının içinden geçenleri anlatırken bir cümleyle kitabın dışına çıkıp yazar olarak okuyucuyla konuşabiliyor; örnek vermek gerekirse pat diye 'tabii biz Isabel'in önceki yaşadıklarından dolayı aslında şu anda ne kadar farklı hissettiğini biliyoruz' gibisinden laflar ediyor. Okurken çok hoşuma gitti bu cümleler. Kendimi Henry James kitabı yazarken ben de onun yanındaymışım gibi hissettim. Kanka bu kadar kasmaya ne gerek var, yaz işte şunu dümdüz, ne olacak dedim; la havle çekti, başka da bir şey demedi.
Ama! Ama bence bu kitap bir kadının portresi olmamış pek. Yani o şekilde bir yol izlemiyor gibi geldi bana. Çok daha karman çorman gidiyor bile diyebilirim. Yani tamam, temelde her şey Isabel'in çevresinde olup bitenleri anlatıyor ama 'onu' anlatmıyor. Anlatıyorsa da ben anlamadım. Bilemiyorum. Ayrıca kitabın diyalog barındırmayan sayfaları gerçekten yoruyor insanı. Elimden gelse iki sayfadan uzun tek paragraflara yasak koyardım, biz de insanız, birisi okuyacak yani bunları. Lütfen!
Bu arada, hani ben entelim falan diyorum ya, halt etmişim. 19. yüzyıl İngiltere'sinde ben var ya, çoban köpeği bile olamazmışım (bu da bugüne kadar yaptığım en alakasız benzetme olarak tarihe geçsin). Adamlarda o kadar resmi bir hava var, o kadar resmi bir hava var ki bir ara takım elbise giyip de mi okusam diye düşündüm. Karakterler arasındaki samimiyet ve ilişki arttıkça sanki resmiyet de artıyor. Böyle saçma bir şey olamaz. Az rahat olun ya, biz bizeyiz. Ne bu havalar, ne bu aristokrasi anlamıyorum ki. Mahvettiniz beni. Herhalde o dönemde yaşasam sinirden kendimi yerdim ben.
Çeviriden bahsetmek gerekirse, o kadar resmi bir havanın yansıtıldığı bir eser için daha iyisi yapılabilir miymiş bilmiyorum. Bence çeviri çok iyi, bu yüzden Necla Aytür'e ve Ünal Aytür'e tebriklerimi iletiyorum. Fakat kitapta göze çarpan epey sayıda baskı hatası vardı. Neredeyse on sayfada bir eksik harf ya da bunun gibi ufak tefek hatalar çarptı gözüme. Yapı Kredi daha iyisini yapabilir bence, yapmalı en azından.
Kitabı okumaya başladığımda filminin olduğunu bilmiyordum. Sonradan öğrendim, meğer 1996'da acayip bir kadroyla filmi de çekilmiş. Kadro hakikaten acayip bu arada. Nicole Kidman, John Malkovich, Christian Bale, Viggo Mortensen ve daha niceleri. Bu kadro şu anda bir filmde bir araya gelecek deseler filmi görene kadar inanmazdım herhalde.
Neyse... Filme dair çok hoş iki şey var, müzikler ve John Malkovich. Müzikleri çok beğendim. Malkovich hakkında gerçi çok konuşmaya gerek yok, neredeyse iğrendim adamdan. Başka filmini izlemek istemez raddeye geldim. Kitaptaki karakteri birebir yansıtmış.
Ancak her ne kadar film yaklaşık iki buçuk saat bile olsa karakterler havada kalıyor, kim kimdir net değil; hatta çoğu karakterin üzerinde kitaba oranla o kadar az duruluyor ki bu şimdi kim ve niye burda diye sorar insan kitabı okumamışsa. Ayrıca Caspar Goodwood karakteri o kadar alakasız ki kitaptaki halinden. Sanki keyfi yerinde, güllük gülistanlık bir ruh haline sahipmiş gibi görünüyor kitapta. Halbuki o adamın kafayı yiyor olması lazım. Rosier'i çok güzel betimlemişler ama Goodwood nedense şaka gibi. Hayır yani, insan düşünmüyor da değil Aragorn bu hallere düşecek adam mıydı diye. Hiç!
Filmin açılışındaki sahneler de ilginç. Kitaptan tamamen bağımsız olmasına rağmen çok hoşuma gitti benim, değişik geldi. Ama film genel olarak olmamış yani. Hatta bu filmden sonra bir kez daha anladım ki bir kitabı sinemaya uyarlamak başka, gerçek bir edebi eseri uyarlamak bambaşka. Zor yani, kim ne kadar çekebilir ki bu kitabın filmini? Aklıma birisi de gelmiyor.
Ha, unutmadan, filmi izlerken Ralph Touchett karakterini canlandıran Martin Donovan'ı ara ara acayip derecede İlker Aksum'a benzettim. Gerçi İlker Aksum bence daha güzel oynarmış o rolü ya, neyse.
Sonuç olarak Bir Kadının Portresi'ni ille de okuyun demiyorum, isteyen okusun. Elimden geldiğince düzgün anlatmaya çalıştım. Gerçi bu tip klasik eserlerden herkes farklı bir tat alır; yani ben şu şekil geyinirim, o şu şekil geyinir vs. Yeterince gevezelik ettim yine. Kontes Gemini'den farkım kalmadı resmen. Nice geveze günlere, esen kalın.
Not: Kış Okuma Etkinliği, 600 sayfadan uzun kitap kategorisi, 15 puan
bu liste konusunda haklısın yahu
YanıtlaSilhepimizin öyle bi anı oluyor yapıyoruz listeni uzuncana
sonra da okumuyoruz, izlemiyoruz falan.
ben o yüzden listeye yazmıyor, ya bu güzelmiş deyip hemen okuyorum :)
Benim içim içimi yer valla bir yere not almazsam. Ya sonra hatırlayamazsam ismini falan, sıkıntı büyük yani. :) Ama senin yöntemini daha çok sevdiğimi söylemem lazım. Sakın başlama liste yapmaya, sonu gelmiyor çünkü. Çok çektim, ordan biliyorum. :)
Silben filmin listesini yapıyorum sadece. eski filmleri tercih ediyorum ya genelde internetten indirmek için liste yapıyorum. sırayla indirip izliyorum. seçme derdim olmuyor hem. ama biri vizyon filmi önerirse hemen dooru sinemaya gidiyoruz onunla :)
Silkitabın yapmıyorum ama ya direkt alıp bitiriyorum
o gün bitiririm yani mutlaka uyumam bitiririm :)
Film listeleri, filmleri sıraya koymak, ahhhh... İki hafta önce hard diskimi düşürüp bozunca onda da hevesim kalmadı. Halbuki ne güzel filmlerim vardı. Şimdi kim uğraşacak bir daha? :/
SilOkuduğum kitabı ben de bir an önce bitirmek isterim tabii ama en son Harry Potter okurken (bir de geçenlerde Kar Kurdu, hakkını yemeyeyim) uyumasam da olur, şunu bitireyim diyordum. Artık bir düzene oturtmaya çalışıyorum. Diğer türlü çok dengesiz oluyor insanın günü gecesi. Çalışırken olmuyor daha doğrusu. :)
büyük sanşsızlık olmuşş :/
Silbilmiyorum seri tercih etmiyorum genelde ben.
Mümkündür, herkesin seveceği bir şey üretmek bana pek olası gelmiyor zaten. :) Yine benim düşünceme göre işin güzelliği de burda; çünkü herkes her şeyden farklı anlamlar çıkarabiliyor, seviyor ya da sevmiyor, falan oluyor filan oluyor. Tam anlatamadım ama öyle yani. :)
Sil