12 Ocak 2014 Pazar

Stephen King - Yeşil Yol (Kitap + Film)

Yeşil Yol'u tahminen ilköğretim çağlarımda Trt 1'de izlemiştim ilk defa. Hatta ondan sonra yine bir iki kez denk gelip yetiştiğim kadarını izlediğim de olmuştur. O zamanlar bile beni çok etkilemişti. Gerçi kimi görsem etkiliyordu, bana özel bir durum değildi.

Aradan bunca yıl geçti. Günün birinde Yeşil Yol'u tekrar izleyecektim, orası kesindi de ne zaman? Damdan düşer gibi olsun istemiyordum. Kitabı da bir okumak lazım bu sefer diye düşünüyordum. Öyle de yaptım.

Daha önce tarihini hatırlamadığım bir vakitte Sis'i okumuştum Stephen King'den, üniversite birinci sınıfta da Göz'ü. Göz, orijinal ismi Carrie olan roman. Yeşil Yol da üçüncü Stephen King deneyimim oldu haliyle.

Stephen King'in daha fazla eserini okumak istemişimdir hep, özellikle de Kara Kule serisini. Ama arkadaş, adam o kadar yazıyor, o kadar yazıyor ki dedim ben bununla baş edemem. Sıkıntı şu ki bir kitabın baş karakteri diğer kitaplarda yan rollerde görünebiliyormuş. Çok hoşuma gider bu tip ufak detaylar ama işte o diğer kitapları okumamışsam kaçıracağım oraları. O yüzden sırayla mı okusam dedim bir ara, hatta Göz'ü onun için okumuştum, ilk eseri diye. Sonra baktım ki bilmem kaç tane kitabı var, dedim Mustafa sen bi dur, Stephen hevesini bi alsın, başlarsın sen. Hadi canım benim, dedim. İstediğim zaman çok kibar olabiliyorum.

Yeşil Yol'a gelirsek, zaten filmini izlemeyen kalmamıştır diye spoiler mıpoiler ne gelirse aklıma yazacağım. Onun için sonra kalp kırıklığı olmasın. Baştan uyarıyorum yani.

Şimdi efendim, Stephen King'in okuduğum üç kitabında da beni sıkan bir durum var. Peki, nedir o? İşte onu tam düzgün ifade edebileceğimden şüpheliyim. Ama deneyeceğim. Cümleler kısa diyeceğim, o değil. Çiğ? O da ne demekse artık, ben de anlamadım. Bir edebi metin değiller. Belki budur benim demek istediğim. Yani ne bileyim, çeviriden kaynaklanmıyordur bu bence. Öyle olsa diğer yazarlarda da hissederdim bunu. Stephen King kitaplarını okurken çok hızlı gidiyormuşum hissi oluşuyor o yüzden bende. Durup düşünecek bir yeri yok. Her şey sırasıyla çabucak olup bitiyor.

Ha, tabii bu demek değil ki kitapları rezalet. Hayır! O da olsa insanüstü bir şey olurdu zaten adam. Yoksa o karakterleri hayal edip ete kemiğe büründürmek, o lafları söyletmek, o kurguları yapmak, o kadar acayip 'şey'i hayal etmek falan; bunlar yeterince iyi bir yazar yapıyor onu zaten. Bu arada daha geçenlerde de Twitter hesabı açtı. Umarım orda da kitap yazma hızıyla tweet atmaz, yoksa ona özel bir veritabanı tutmaları gerekecek. Adam durmuyor çünkü, kapatma düğmesi yok.

Kitap olarak Yeşil Yol dört yüz küsür sayfa. Kısa kısa bölümlerden oluşuyor. Zaten ilk basımlarında da fasikül fasikül yayınlanmış. O yüzden gerçekten hızlı okutuyor kendisini. Kurgusu da güzel. Yer yer ileri, yer yer geri tarihlere gidiyor. Bunu yaparken de mesela 'ama sakın John Coffey'yi unutmayın, onu siz hep o ranzada oturmuş ağlarken bilin' diyor. Tüm metnin ihtiyar birisinin elinden yazılıyor oluşunu çok mantıklı kılan bir kurgu seçimi bence. Dahice fikrinden ötürü King amcamıza burdan tebriklerimi gönderiyorum.

Kitabı benim gözümde çok ilginç yapan detaylardan birisi de neredeyse en vasıfsız karakterin kitabın baş karakteri, daha doğrusu her şeyi bize anlatan Paul Edgecomb (evet evet Tom Hanks, öyle de düşünebilirsiniz) oluşu. Düşününce John Coffey zaten kitabın yazılma sebebi, Percy Wetmore ve William Wharton gerçekten süper karakterler, Brutal'ın da yeri ayrı tabii; tek başına sağlık sigortası gibi adam.

Bir de Yaşlı Sparky'miz var tabii, istikrarlı celladımız, elektrikli sandalyemiz. Yeşil Yol'u yürüyüp oraya oturmak, tüm vücuda elektrik verilmesi, akabinde ölüm... Ölümün bile hayırlısı valla; sonuçta Delacroix gibi ölmek var, John Coffey gibi ölmek var.

Mr. Jingles'la alakalı sadece şunu demek istiyorum: Sevgili Stephencııım, bir fareye altmış küsür sene ömür biçtin ya kedi canını senin... Evet, bu kadar.

Biraz da filmden konuşalım. Bence kitabı birebir çekmekle deli manyak bir risk almış Frank Darabont. Ama becermiş mi? Evet, becermiş. Zaten onun için de Yeşil Yol böylesine güzel bir film. Çok ufak bir iki detay dışında kitabın tamamen aynısı ama bence film daha güzel. Karakterleri geçtim, mekanlar bile daha güzel yansıtamazmış gibime geliyor kitaptaki anlatımları. Özellikle de cesetlerin götürüldüğü o yeraltı tüneli gibi mekanlar. Çok başarılı.

Frank Darabont demişken, bu abimiz de Stephen King'in kankası zaten. Sinema için çektiği dört filmden ilk ikisi Esaretin Bedeli ve Yeşil Yol! Sonraki iki filmden birisi The Majestic (bunu izlemedim, başrolünde Jim Carrey varmış), diğeri yine Stephen King uyarlaması olan Öldüren Sis (The Mist). Stephen King'in kankası derken inanmayanlar olduysa artık inanabilirler bence. Bu arada Stephen King'in eserlerinden sinemaya otuzun üzerinde uyarlama yapılmış ama King'in açık ara favorisi Yeşil Yol'muş, onu da belirtelim.

Oyunculuklarda sırıtan yok, gelin görün ki görmezden gelinemeyecek iki özel performans var bence. Birisi tabii ki John Coffey rolünde gönüllerimizin patronu Michael Clark Duncan. Mekanı cennet olsun, erken gitti vesselam. Kendisine yine değineceğim. İkinci performans ise William Wharton rolünde Sam Rockwell.

Sam Rockwell'i açıkçası unutmuştum ben, filmi en son ne zaman izlediğimi hatırlamıyordum çünkü. Bana tuhaf gelen kendisini Zaphod Beeblebrox (Otostopçunun Galaksi Rehberi) olarak tanımam. Halbuki tam tersi olmalıydı. Olsun. İki filmin de kitaplarını okuduğum için gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki ikisini de mükemmel derecede doğru ve iyi oynamış. Ama Yeşil Yol'daki performansı hakikaten bambaşka. Sonradan da benim ne yazık ki hala izleyemediğim Moon'da başrol kapmış. Takdire şayan bir aktör yapar bu da kendisini benim gözümde.

Gelgelelim Michael Clark Duncan ve John Coffey (kahve gibi ama yazılışı farklı) ilişkisine. Duncan ilginç bir adam. O cüssesine rağmen adeta Coffey gibi çocuk ruhlu ve sakin tabiatlı birisi. Gerçi bir dönem amerikan futbolu oynamak istemiş ama ondan da annesi yaralanırsın kuzum, dayanamam ben dediği için vazgeçmiş. Böyle birisi yani. Yeşil Yol için kendisini Armageddon'da beraber çalıştığı Bruce Willis önermiş. İşte bu öneri biz seyirciler için dua edilesi bir karar olmuş. Duncan rolü alınca annesine koşup 'anne, Tom Hanks'le aynı filmde oynayacağım anne' diye sarılmış ilerleyen günlerde.

Tabiatı dahi böyle birisi olduğu için midir nedir John Coffey rolüne de başkası zaten kesinlikle olamazmış dercesine oturmuş. Kitapta bahsedilen cüsse, sürekli üzgün, acı çeken ve ağlamaklı yüz, saflık gibi daha bir sürü detayı birebir yansıtmış. Yani Stephen King çıkıp ben zaten o karakteri yazarken Duncan'ı düşünüyordum dese inanırım, o derece. Yoksa nasıl olacak. Bu kadar da olmaz ki.

Şimdi aklıma geldi de, Esaretin Bedeli ile bu film birbirine çok benziyor. İkisinin de aynı yönetmenin elinden çıktığı o kadar belli ki. Sanki 90'lı yıllara ait bir renk tonu varmış da onu kullanıyormuş gibi sürekli. Belki de burda kocaman, yalnız bir ağaç vardır. 90'lı yıllar deyince Bob Ross göndermesi yapmadan duramadım. :)

Uzun oldu yine. Bitireyim artık. Kapanış cümleleri canımız ciğerimiz John Coffey'den gelsin. Huzur içinde yat 'boss'.

Gördüğüm ve hissettiğim acılardan yoruldum artık, patron. Yağmur altında bir ispinoz gibi yalnız, hep yollarda olmaktan yoruldum. Hiçbir zaman bana yardım edecek, bana nereden geldiğimizi, nereye gittiğimizi ve nedenini söyleyecek bir yoldaşım olmadan. İnsanların birbirlerine karşı bu kadar kötü olmalarından yoruldum. Yardım etmeye çalışıp da edemediğim bütün o zamanlardan. Karanlıkta olmaktan yoruldum. Asıl da acıdan. Çok fazla. Eğer sona erdirebilseydim, yapardım. Ama yapamıyorum.

Not: Kış Okuma Etkinliği, Altın Kitaplar Yayınevi'nden bir kitap kategorisi, 1o puan.

17 yorum:

  1. İzlediğim en başarılı kitap uyarlaması olabilir bu film, bak şimdi yine izlemek istedim. Bu arada, bir fareye o kadar ömür veren Stephen King değil, John Coffey olmasın? :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tamam. Fareye o kadar ömrü veren John Coffey, John Coffey'ye o kadar ömrü veren Stephen King. Bu durumda Stephen King'e o kadar ömrü veren fare! Dur lan, yanlış oldu. :))

      Ya mühendislik okumanın böyle kötü yanları var. Aslında haklısın deyip başımı önüme eğecektim ama dayanamadım. :)

      Sil
  2. Filmi çok güzel, kitabı okumadım lakin.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İlle de merak etmiyorsanız okumanıza gerek yok ve ben bunu çok nadiren söylerim. :)

      Sil
  3. Okuduğum kitabı şayet sevmişsem tekrar tekrar okurum ama izlemiş olduğum filmi çok sevmiş olsam da 2. defadan başka izlemişiliğim çok enderdir. "Yeşil Yol" filmini ise 3 veya 4. defa izledim. Yine de izlerim.
    Kitabını daha 2013 yılı içerisinde okudum. Çok beğendim ama edebi anlamda çok başarılı bir eser değil. Senin de yazmış olduğun gibi kurgusu mükemmel ama.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben çok sevdiğim filmleri bir kere, iki kere, üç kere, artık Allah ne verdiyse izlerim yani. Hatta bazen canım sıkıldıkça filmi açıp izlemeden sadece dinlediğim de olur. :)

      Sil
    2. Bir an çocuklarım yazdı sandım :))) "Yüzüklerin Efendi"ni ezbere diyaloglarını söylerler.

      Sil
    3. Süper işte, ne güzel! :)

      Sil
  4. izlerken ağladığım nadir filmlerden. bu arada yorumlarınız çok yaratıcı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hakikaten hiç etkilenmeyen insanlarla iyi anlaşabileceğimi sanmıyorum ben de, ağlamak bu film için bir çeşit gereklilik. Bu arada estağfurullah. Ama yalan söyleyemem, hoşuma gitti böyle demeniz. Teşekkür ederim. :)

      Sil
  5. Finaldeki alıntı çok iyi. Birileri gerçekten de bu hislerle yaşayıp ölüyorsa dünya çok berbat bir yer.

    Bu arada "çiğ" ile yaptığınız espri hakikaten çok komik :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence daha kötüleri de mevcut. Ama işte hayatın kendisi tuhaf. John Coffey gibi bir sürü insan bile olsa acı yine olacak, yalnızlık yine olacak. Herkesin bir yolu var yürümek zorunda olduğu. Bana kalsa herkes gönlünce yaşasın isterdim ama bana kalmadığı da ortada.

      Hahaaha, teşekkür ederim. Bazen oluyor öyle. :)

      Sil
  6. yalnızca s.king değil bence, bu tür kitapların özelliği bu bence. yani alamadığın tattan
    bahsediyorum. hızlıca okuyorsun, sayfalar su gibi gidiyor ama birşeyler eksik kalıyor. edebi tat
    bu bence. bu yüzden bu kitaplar bana iyi kurgulanmış metinler gibi geliyor, vaktimi harcamakta
    istemiyorum. filmini seyretmek daha iyi galiba..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Edebi tat, doğru. İyi kurgulamak bir iş olabilir ama bence fikir(ler) kitabı yine de okunur kılıyor. King'in onca kitabı onca kişi tarafından harıl harıl okunuyor sürekli. Bu kadar geniş bir hayal dünyasına sahip birisinin kafasının içinde ufak yolculuklara çıkma fırsatımız oluyor kitaplar sayesinde. Ben onun için vakit kaybı olarak görmüyorum yine de.

      Tabii sadece Yeşil Yol için konuşursak filmi izlemek yeterli bence de.

      Sil
  7. Ben Sokrates'in Savunması'nı sunmam gereken felsefe ödevimde Yeşil Yol'u anlatmıştım. İlginç günlerdi :D
    Çok severim filmi de kitabı da. Stephen için de hep "O adam kitap sıçıyor" derim, bana kızarlar falan.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Felsefe dersini gerçekten işleyenler de varmış demek, vay anasını. :)

      Ben öyle demeyi tercih etmiyorum tabii. Stephencıım'ın aklını o taraflara çekmek istemem. Ondan sonra anında bi kanalizasyon serisi falan yazar, hepimiz kalpten gideriz alimallah.

      Sil
  8. Yazınızda bir iki detay dışında aynısı yapmış demişsiniz o bir iki detay nedir biraz daha açabilir misiniz

    YanıtlaSil