Öncelikle ilk kez bir Gündüz Vassaf kitabı okuduğumu belirteyim. Kitabı okurken işin ehli birinin düşüncelerini takip ettiğinizi anlıyorsunuz. Güzel bir his bu, boş konuşmayan ve bunu söyleme gereği duymadan başarabilen insanlara hep saygı duymuşumdur. Mesela ben herhalde hiç öyle birisi olamayacağım. Çünkü neden? Çünkü ben boş konuşmayı da çok seviyorum, evet.
İlk baskısı 1992 yılında, ben daha kelime hazinesi ingaa, ingaaaa ve ingadan oluşan bir veletken yapılan Cehenneme Övgü'yü Gündüz Vassaf İngilizce yazmış. Daha sonra Zehra Gencosman ve Ömer Madra tarafından çevrilmiş, Gündüz Vassaf tarafından da bu çeviri onaylanmış. Bu bilgi bana tuhaf gelmişti açıkçası. Neden İngilizce? Fakat şu da var ki kitabın orijinal ismi olan Prisoners of Ourselves bence çok daha güzel bir isimmiş. Ama şimdi onu da Türkçe yapmaya çalışınca kulağa biraz tuhaf gelirmiş gerçekten. Lakin bence yine de Cehenneme Övgü'den daha güzel bir kitap ismi. Uzattım bu kısmı, farkındayım.
Kitabın konusuna geçmeden önce bir iki şeyden daha bahsetmek istiyorum. Öncelikle kitabı açınca hemen karşımıza çıkan ve bizi selamlayan, aynı şekilde de son sayfada da arkasından gördüğümüz iskelet kardeşimize ben de burdan selam ederim. Sonracığıma, Gündüz Vassaf'ın kendi hayatını anlattığı 'Ben' kısmı... Mükemmel, tek kelimeyle mükemmel. Hatta bence bu kısım kitaptan daha güzel. Abartmıyorum, samimi düşüncem bu.
Kitabın ilk bölümüne (Geceye Övgü) başlamadan önce alıntı yapılan kişilerden birisi Wilhelm Reich. Zaten ben onun ismini görünce aha dedim, on numara bir kitap okuyacağım kesin. Nispeten öyle de oldu. Bu nispetenin sebeplerini aşağılarda bir yerlerde açıklarım diye düşünüyorum.
Bu arada sanırım totalitarizmin ne olduğunu da belirtmek lazım. Çünkü kitabın tam ismi Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm. Kitabın içerisinde de hep bu kavram üzerinden işleniyor konular. Ben tanım olarak bilmiyordum mesela kitabı okumadan önce, o yüzden anlatmam uzun sürer şimdi. Ama bunu okursanız kafanızda netleşir ne demek olduğu.
Bence bu kitabın bize kısaca anlatmaya çalıştığı şu: sen aslında hiç de sen değilsin. Evet, ne güzel anlattım değil mi? Hepiniz anladınız hemencek, tebrikler.
Yalnız fikirler her ne kadar süper olsa da bana biraz ütopik gelmedi değil. Yani mükemmeli anlatmış Vassaf, hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini düşündüğüm mükemmeli. Çünkü bence kusur ve yanlışlar, kötülükler de hayatın denkleminde her daim söz sahibi olacak değişkenler. Onlar olmayınca hayat da olmaz gibi geliyor bana. Bir de sayfalar ilerledikçe ister istemez kendini tekrar ediyormuş gibi bir his edindim. Konular değişse de ifadeler hiç değişmiyormuş gibi, ne bileyim, öyle işte.
İlk birkaç bölümden çok etkilendim açıkçası okurken ama sayfalar ilerledikçe onlara alıştığımdan mıdır nedir, o kadar sarmamaya başladı. İnsanoğlu nankör işte, ne yapacaksın?
Söylemek istediğim bir şey de şu: eğer ben bu kitabı yanlış anlamadıysam her şeyin kişinin kendisinde, bireyde başladığını söylüyor. Ben de bu düşüncede olmuşumdur hep. Millete laflar yetiştireceğine kendine çekidüzen veren pek insan tanıyamadım ne yazık ki. Klasik bir 'dediğimi yap, yaptığımı yapma' zihniyeti var bizlerde. Deli olurum ben de böyle şeylere. Lan bi kere senin bana bunu söyleyebilmen için önce hal ve hareketlerinle bana örnek olman lazım. Çk çk çk, sinirlendim yine durduk yere. Böyle insanlardan pek hazzetmiyorum. Bu da aşağı yukarı insanlardan pek hazzetmiyorum demek oldu ama durum bu. Halbuki penguenler ne kadar sempatik, değil mi? Kutuplara mı gitsem, ne yapsam? :)
Son olarak, kitabın sonuna Charles Baudelaire'in Sarhoş Olun şiirini (düzyazısını?) koymuş Gündüz Vassaf ki böyle yazılmış bir kitabı bundan daha iyi sonlandırmak bana pek olası gözükmüyor. Öyle böyle beğenmedim bu hareketini. Zaten yukarda dediğim gibi ilk bölümün önünde Reich alıntısını görünce ısınmıştım kitaba. Kapanış da böyle olunca tadından yenmez olmuş.
Sanırım söylemek istediklerim bu kadar, aklıma şu an bir şey gelmiyor. Bu da demektir ki yazıyı yayınladıktan sonra 'oha ya, şundan bahsetmeyi unuttum' diyeceğim bir iki konu daha kalmış. Hayatın cilveleri işte... What can I do sometimes?
Yeter! Çok konuştum yine. Şimdi reklamlar...
Ehem, bu güzide kitabı Yaz Okuma Etkinliği'mizin 'türü kurgu olmayan bir kitap' kategorisinde okudum veee 20 puan daha kazandım. Google Drive'da kendime bir çizelge hazırlamıştım okuduğum kitapları takip etmeyi kolaylaştırmak için. Onun da bir ekran görüntüsünü paylaşayım aşağıda, havam olsun. :)
Herkese düşünceli ve güzel günler diliyorum, hoşça kalın.
sondaki listeye bayıldım keşke herkes bu tarz birşey yapsa kitapları seçmem kolaylaşırdı o açıklamaları okuyup resmen bayıldım ya hatta içinden edineceğim iki üç kitap bile oldu seçimleriniz ve yorumlarınız enfes ...blog için teşekkürler
YanıtlaSilTeşekkür ederim. :)
SilGoogle Drive'ın çok güzel özellikleri var, canım sıkıldıkça bu tip işlerle uğraşıyorum.
şimdi
YanıtlaSilben bu yazıyı okumadan önce bu kitabı zaten okumak istediklerime
eklemiştim, bunu baştan söyleyeyim. çünkü neden? çünkü kapak resmindeki
tatlı amcadan. ceviz yanaklar, burgu makarna kaş falan. neyse, kitapla
ilgili kısım bu.
bir de şu sinir olduğunuz insan kitlesinden bahsetmişsiniz ya, kayda
değmezler ama benim de söyleyeceğim iki çift laf var. ya bu insanlar o
kadar çok ki.. ben artık şu dünyada pek bişeye şaşırmıyorum da, böyle
insanların arsız arsız 'ben böyleyim, beni böyle kabul etmek zorundasın,
ha bu arada şunları şunları da yapmak zorundasın, çünkü neden, çünkü
ben öyle istiyorum'!!! tavırlarına o kadar çok şaşırıyorum ki. diyorum
her şey bu kadar barizken, nasıl konuşuyorlar. ama konuşuyorlar işte.
öff valla sinir oluyorum ya. bu tavırda insanlar da genelde erkeklerden
çıkıyor deyip karşı cinsi biraz kızdıracağım ama işte bu da böyle bir
genellemem..
Şimdi
SilBir kere bütün genellemeler yanlıştır. Öyle insanlar iki cinsten de epeyce çıkıyor. Gördüm, tanıdım; ordan biliyorum.
Kitabın kapağını tarif ediş şeklinize gelince... Ben hiç öyle bakmamıştım. Değişik oldu. :))