Pek gezip tozan birisi değilim. Niye olayım ki? Beceremiyorum da zaten. Beceremedim de hiç. Hem canın istediğinde ellerini cebine sokup istediğin kadar ağır adımlarla bir sahil boyu yapamadıktan sonra ne anlamı var? Çok da bir anlamı yok.
Siz kimsiniz ki size yalan söyleyeceğim? On yıldır bekliyorum. On yıl önce bir beklentim vardı, olmadı. On yıldır bir yalanı yaşıyorum. Biriniz çıkıp da açık açık sordu mu? Gerçi sorsaydınız bunları yazıyor olmazdım. On yıldır bir yalanı, yalnız başıma yaşıyorum. Hala bekliyor muyum? Beklemiyorum. Yani? Kaçıyorum. Ölesiye kaçıyorum. Olmasını istediğim şeyleri hayal etmeye çekiniyorum. Hayal edersem gerçekleşmeyecek gibi. Sanki ben onu akıl edersem ve detaylı düşünürsem olacağı varsa da olmazmış gibi. En güzel şeyler beklenmedik zamanlarda olur gibi. Bir hayali, eninde sonunda hayal olarak kalacağını bile bile yine de hayal etmeyip lan belki günün birinde olur diye kendinize bile itiraf edemeden anında def ettiğiniz oldu mu aklınızdan? Benim oldu, oluyor; hep oldu. Hep mi olacak? Hep olacak! İşte, o yüzden kaçıyorum. Kendi düşüncelerimden yine kendime kaçıyorum, içime kaçıyorum.
Birilerini tanıdım bazı zaman dilimlerinde. Hadi tanıdım, neden unutmadım? Aradan zaman geçti, gene unutmadım. Sonra yine buldum, unutmadığıma kızdım. Aslında araya zaman bile girmemiş gibi oldu. Olmadı, bana oldu gibi geldi.
Doğduğum, büyüdüğüm yerden hiç gitmeseydim bunlar gene olur muydu? Bazı şehirler tanıdım çünkü. Önce anlamadım insanları. Sonra da ne yaparsam yapayım anlayamayacağımı anladım. Daha kendimi bile anlamazken... Azınlıkla güldüm, eğlendim; çoğunlukla gülüyor, eğleniyor gibi yaptım. Kısmen de astım suratımı, oturdum aşağı. İşte o zaman da fark ettim ki kimsenin umrunda değil! Ondan sonra kadim dostlarıma kesin dönüş yaptım: kitaplarıma. Kitaplar okudum. Kendimi aradım içlerinde. Onlar benim kendime bile söyleyemediklerimi bana tokat atar gibi söylediler. Ben de sustum o zaman. Sanki benden başka birisi daha bilse bütün büyü bozulacakmış gibi. Sustum. Artık içimden gelerek konuştuğum nadirdi. Okudukça kafamın içindeki dünya büyüdü, dışarıdaki küçüldü. Okudukça insanlardan sıkılmaya başladım. Her yerdelerdi. Hiçbirisi benim gibi değildi. Meğersem hiçbir zaman hiçbirisi benim gibi değilmiş. Yeni anladım. Anlamaya başladım. Kaçmaya devam ettim. Kaçışımın da en nihayetinde bir kaçıştan çok arayış olduğunu fark ettim sonra. Kendimi ikna etmem uzun zamanımı aldı. Direndim çünkü önce. Bugüne kadar gelişinin azımsanmayacak bir kısmını inadına borçlu birisi olarak direndim, direndim. Baktım olacak gibi değil, tamam dedim; kaçmıyorum, arıyorum. Bu sefer yolculuk daha çetrefilli bir hal aldı. Ne aradığımı bilmiyordum! İçimdeki ses biliyordu, duymak istemedim. Bir insanın iç sesi hep mi duymak istemediklerini söyler? Dinlemedim önce. Hala dinlemiyorum. Bir boşluktayım. Boşluğun içinde bir salıncağa oturmuş sallanıyorum. Ara sıra tutabileceğim eller belirir gibi oluyor. Elimi uzatamıyorum! Tutamıyorum!
Boşluğun ortasında, bir salıncağa oturmuş, bir ileri bir geri, sallanıyorum. Zaman geçiyor.
İşte sevgili blog sakinleri, Coşkuyla Ölmek de tıpkı böyle, vicdan azabı gibi bir kitap. Siz siz olun, uzak durun ya da bir an önce okuyun.
Olmadı şimdi Mustafa. Şule hanimi iki senefir okuyacağım iki sene daha mi nekliyim yani:(
YanıtlaSilSeni iyi anlıyorum bu arada. Bir yerinden tutun zamana derim vakit erkenken.. takma kafana der gibi oldu galiba :)
İki sene daha bekleme. Bence sen çok beğenirsin. Güzelleri sona saklamak doğru bir davranış değil gibi geliyor bana artık.
SilTeşekkür ederim bu arada. :)
Sabah işe giderken, kör bir saatte mailime düşüyor bu yazılar. Uyuklayarak okuyorum ama o kadar seviyorum ki! Ve hatta iki yazınızda da İlhan İrem şarkıları geldi aklıma, aslında bir Özdemir Asaf şiiridir;
YanıtlaSil"Bu konuyu burada bırakıyorsam birden
Olmasın diyedir bir şeyin bitişi gibi"
Hayaller konusu benim de öyledir, ne kadar ayrıntılı düşlersem o kadar olmayası gelir. O zaman bu konuyu da "olmasın diye" bırakıverelim
Güzel, çok sevdim bunu. Teşekkür ederim.
SilBu arada beğenmeyeni de çok sanırım ama ben de İlhan İrem'i sevenlerdenim. Çok değişik bir sesi var, dinlerken dalabiliyor insan.
esinlenilmiş bir yazı hem de fazlasıyla , bu arada aynı gün yayınladık ya blog tur gibi olduk , bir de güzel anlatılmış ki , şu kitaplara dönüşlü kısımları ben de bir sayfa olarak alıntılayacaktım ama başka birileri üzerine alınacak diye almadım , neden takıldım bilmem....
YanıtlaSilEvet, fazlasıyla esinlenilmiş hakikaten. Bazen böyle yazmayı seviyorum. En son Çavdar Tarlasında Çocuklar'da yapmıştım. Nadiren de olsa kitabı okumayandan ziyade okuyanlar için yazmak hoşuma gidiyor.
Silİstediğin gibi de alıntılayabilirsin bence. Neden takıldın ben de bilmiyorum. İsteyen alınsın üstüne, onların sorunu. :)
İyi ki kitaplar var ama iyi ki de Şule Gürbüz okuyucuları var da diyebilirim.
YanıtlaSil